Başından beri millet ve tüm dünya işbirliğinden, arama kurtarmadan ve her türlü dayanışmadan yana olurken, devlet bunca acı tecrübeye rağmen yine hantal ve hazırlıksız olduğunu gösterdi. AFAD’ın bağlı olduğu bakan “İstanbul’da depreme hazırlanıyorduk” derken, önce sahada olması gereken askere bağlanan bakan ilk gün 3 bin 500 askerle müdahale ettiğini söyledi.
“Hayat ne çabuk bitti / Birisi altı aydır / Birisinin sakalı ağarmış ..
Uyanıp kaçamadılar / Kuş olup uçamadılar…”
Nazım Hikmet, Kara Haber
Reşat Nuri Güntekin’in “Değirmen” adlı eseri, Anadolu’nun yoksulluğunu, iktidar ekibinin vurdumduymazlığını, devletin (merkezi hükümetin) gerçeklikten tamamen soyutlanmışlığını ve sakarlığını mizahi bir dille anlatan uzun bir hikâyedir.
Anadolu’nun unutulmuş şehrinde – deyim yerindeyse saz – eğlenen bir grup asilzade ve memur kendi aralarında çıkan kavga-kaza sonucu yaralanır; Gerçeği söylemekten korktukları için insanlara deprem olduğunu anlatıp durumla baş etmeye çalışıyorlar.
Deprem haberi önce illere, sonra merkezi hükümete ulaşır, önce geçmiş olsun, sonra yardım. Gelen yardımlar dağıtılınca insanlar bu uydurma haberi sahiplenip yalana ortak oluyorlar. Akabinde başkentten deprem bölgesini teftişe giden Veliaht Efendi, yol boyunca gördüğü yıkıcı durum karşısında çok şaşırmış ve onu ilk gördüğü Anadolu şehrinde depremden gelen tahribatın ortadan kalkmasına karar vermişler. harikaydı ve üzgündüler.
“Değirmen” aslında acı bir mizah örneğidir.
Reşat Nuri’nin 1944 yılında yazdığı bir hikâye, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemini anlatır: Anadolu tamamen harap olmuştur; insanlar fakir, köyler ve şehirler harabe halinde. Haftalar ve aylar içinde saraylarını ve konaklarını terk edip Anadolu’ya gelme zahmetine katlanan hanedan mensupları gerçeklerden o kadar uzak, kayıtsız ve tüm bu durumun depremin yıkılmasından sonra ortaya çıktığını düşündüklerini bilmiyorlar.
*** *** ***
Değirmen, 1967 yılında Turgut Özakman tarafından “Sarıpınar 1914” adıyla iki perdelik bir tiyatro oyunu olarak sahneye uyarlanmıştır. Eser, özel topluluklar ve devlet tiyatroları tarafından defalarca sahnelendi; On binlerce kişi onu ilgiyle izledi.
Reşat Nuri’nin 1914 tarihli hikâyesi, Anadolu’nun yoksulluğu gerçeğine ışık tutarken, yazılmadan kısa bir süre önce meydana gelen büyük bir musibetten de göndermeler içermektedir.
Kitabın yazılmasından beş yıl önce, 27 Aralık 1939’da Erzincan’da 7,8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. 100.000’den fazla binanın yıkıldığı deprem, yaklaşık 35.000 kişinin ölümüne ve 100.000’den fazla kişinin yaralanmasına neden oldu.
O zamanlar (1940 nüfus sayımına göre) Türkiye’nin nüfusu 17,8 milyon, Erzincan’ın nüfusu ise 158 bin kişiydi.
Değirmen 1914’te Anadolu’yu anlattı. Erzincan depremi, kitapta anlatılan dönemden çeyrek asır sonra meydana geldi. Aradan geçen yirmi beş yılda tabii ki yöneticiler Anadolu’yla daha çok ilgilendiler, genç cumhuriyetin yerel ve merkezi yöneticileri daha duyarlıydı; ancak durum yine de 1914’ten pek farklı değildi.
Kış koşulları, yardım ekiplerinin ve kurtarma ekiplerinin bölgeye ulaşmasını engelledi. Ulaşım ve iletişim altyapısı yetersizdi. Kızılay, yıkımın yoğun olduğu Tokat’ta Reşadiye bölgesine yaklaşık bir ayda ulaşmayı başardı.
Sert kış koşullarında yaşanan Erzincan depremi, ilçe halkının uzun yıllar unutulmayacak şikayet ve ağıtlarına konu oldu. 2 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği Reşadiye’de ailesiyle birlikte yaşamını yitiren Belediye Başkanı Tahir Bey’in yasını tutarken, “Vali bizimle ilgilenmiyor / İsmet Paşa’ya yetişiyorsunuz” sözleri çaresiz ağıtların acı örneği. vatandaşlar. 31 Aralık’ta trenle Erzincan’a gelen “Reisikumhur” İsmet İnönü (Paşa), muhtemelen yol ve iklim şartlarından dolayı Reşadiye’ye gidemedi.
*** **** ****
1939 Erzincan depreminden sonra Türkiye’de doğudan batıya birçok yerleşim yerinde binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan çok sayıda deprem meydana geldi. Erzincan’da şehrin yerleşim alanı değişti; daha kuzeyde yeni bir bölge seçildi. Ancak, 1992 depreminde yeterince doğru yer seçimi veya depreme dayanıklılık gereksinimlerini karşılamayan inşaat nedeniyle yüzlerce insan öldü.
Türkiye deprem kuşağında bir ülkedir. Aslında coğrafya, doğada tarım ve yerleşim alanlarını sınırlamış gibi görünüyor; bilim adamları bunu yıllardır söylüyorlar Ovalar, yerleşim için değil, tarıma uygun, yumuşak tabanlı alüvyal dolgulu alanlar. On yıllardır bu verimli tarım arazileri üzerine yeni binalar, konutlar, işyerleri, fabrikalar ve sanayi siteleri inşa edildi.
Arsa sahipleri inşaat sektörünün kolay kazançlarının peşinden koşarken ve bu elverişsiz alanlarda binaları yenilerken, yerel ve merkezi yöneticiler oy ve rant ayrımını önemseyerek bu suça ortak oldular.
28 Şubat tarihli resmi raporlara göre 6 Şubat ve sonrasında hayatını kaybedenlerin sayısı şu an 45 bin. Kimse gerçek sayıyı bilmiyor ve muhtemelen asla bilemeyecek. Çünkü yine resmi açıklamalara göre yıkılan bir milyona yakın binada ve üç milyondan fazla bağımsız bölümde enkaz altında kaç kişinin öldüğünü bilemeyeceğiz.
*** *** ***
Erzincan depreminden yarım asırdan fazla (60 yıl) sonra, yeni ve daha büyük bir depremle bu hatanın bedelini ağır ödedik. 17 Ağustos 1999’da Gölcük’te ve 12 Kasım 1999’da Düzce’de meydana gelen 7.4 ve 7.2 büyüklüğündeki iki depremle – resmi verilere göre 20 bin kişi öldü; gerçek sayı bilinmiyor.
Gölcük ve Düzce’de meydana gelen depremler, ülkenin nispeten gelişmiş bölgelerini etkiledi. Öte yandan yıkılan ev ve işyeri sayısı 300 bini aştı. Türkiye’nin en işlek bölgesinde yer alan İstanbul-Ankara arasında bir süre hayat durdu; Bağlantı kesildi. Millet imdada yetişirken, felakete karışan kamu bölüklerinin çaresizliği ve hazırlıksızlığı ibret vericiydi. O dönemde eksiklikleri ve eksiklikleriyle eleştirilen kurumlardan biri de Kızılay’dı.
Başta komşularımız olmak üzere tüm dünyada depremzedelerle dayanışma girişimleri başladı; insani ve maddi yardım. Bülent Ecevit’in başbakanlığında DSP/ANAP/MHP koalisyonu iktidardaydı. MHP sağlık bakanı, Yunanistan ve Ermenistan’dan gelen yardım taleplerini geri çevirerek “milliyetçi” refleksiyle tarihe geçti.
Hükümet, 1999 depreminin açtığı yaraları sararken, getirdiği ekonomik bozulmayla baş etmekte zorlandı. Türkiye 2000’li yıllarda bir yandan deprem, diğer yandan başarısız politikalar nedeniyle büyük bir ekonomik kriz yaşadı. Bu krizden çıkmak ve durumu düzeltmek amacıyla MHP tarafından erken seçim olağan tarihten 1,5 yıl önce yapıldı.
2002 seçimlerinde siyasette büyük bir deprem oldu. Üç iktidar partisi (DSP/ANAP ve MHP) ve iki muhalefet partisi (DYP ve SP) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde barajın altında ve parlamento dışında kaldı. Bir önceki seçimde barajı geçemeyen yeni kurulan AKP ve CHP meclise girmeyi başardı. Yurttaşlar, hükümetleri ve muhalefetleriyle birlikte, kötü yönetimin bedelini tüm siyasete ödetmiştir.
Depremden birkaç ay sonra yaralarımızı sarmaya çalışırken Türkiye’de deprem tehlikesini konuşup konuşmacıları dinleyerek deprem uzmanı olduk. O zamandan beri Marmara’da çok önemli fay hatları olduğunu, bunların kırılmasının tüm bölgeyi etkileyeceğini, yıkımlara ve toplu ölümlere neden olacağını biliyor.
Biliyoruz, unutuyoruz ve bekliyoruz.
Ancak 1999’dan sonra doğa, İzmir’den Van’a sürekli depremleri hatırlattı. Bilim insanları uzun süredir Kahramanmaraş merkezde deprem uyarısında bulunuyor.
Dünyanın kıskanmayacağı, aksine kınayacağı bir cehalet eylemi olarak görülürse, büyük felaketin ardından karşı karşıya kalacağımız acil tehlikeye karşı dikkatli olmak belki de uygundur.
*** *** ***
1999 depreminin üzerinden çeyrek asır geçti. Bu kez 6 Şubat 2023’te tüm Türkiye acı haberden uyandı: Kahramanmaraş-Pazardzhik’te meydana gelen 7.8 büyüklüğündeki depremde 11 il, çok sayıda ilçe ve yerleşim yeri moloz yığınına döndü.
Başından beri millet ve tüm dünya işbirliğinden, arama kurtarmadan ve her türlü dayanışmadan yana olurken, devlet bunca acı tecrübeye rağmen yine hantal ve hazırlıksız olduğunu gösterdi. AFAD’ın bağlı olduğu bakan “İstanbul’da depreme hazırlanıyorduk” derken, önce sahada olması gereken askere bağlanan bakan ilk gün 3 bin 500 askerle müdahale ettiğini söyledi. Her afet bölgesine ilk gün ulaştıklarını söyleyen AFAD ve Kızılay yetkililerinin çadır, tuvalet gibi en temel ihtiyaçları 15 gün geçmesine rağmen karşılayamadıkları görüldü.
28 Şubat tarihli resmi raporlara göre 6 Şubat ve sonrasında hayatını kaybedenlerin sayısı şu an 45 bin. Kimse gerçek sayıyı bilmiyor ve muhtemelen asla bilemeyecek. Çünkü yine resmi açıklamalara göre yıkılan bir milyona yakın binada ve üç milyondan fazla bağımsız bölümde enkaz altında kaç kişinin öldüğünü bilemeyeceğiz.
Kahramanmaraş-Pazardzhik depremi aynı gün ve ardından bağımsız veya artçı sarsıntılarla devam etti. Tüm Türkiye deprem gerçeğini bir kez daha hatırladı.
Ancak 1999’dan sonra doğa, İzmir’den Van’a sürekli depremleri hatırlattı. Bilim insanları uzun süredir Kahramanmaraş merkezde deprem uyarısında bulunuyor.
İstanbul’da 100’e yakın ilköğretim okulu yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gerekçesiyle boşaltılıyor. Yıl ortasında öğrenciler başka okullara taşındı. Yıllardır duvarları çatırdadığı söylenen Çerrahpaşa’nın tıp fakültesi nihayet boşaltıldı.
Bu affedilemez düşüncesizlik, Reşat Nuri’nin Değirmen’de alay ettiği Anadolu’daki durumdan habersiz saray mensuplarını hatırlatır.
Dünyanın kıskanmayacağı, aksine kınayacağı bir cehalet eylemi olarak görülürse, büyük felaketin ardından karşı karşıya kalacağımız acil tehlikeye karşı dikkatli olmak belki de uygundur.
İlginizi Çekebilir
- Twitch CEO’su Emmett Shear istifa etti
- Seçim kararı Resmi Gazete’de yayımlandı.
- İBB Başkanı İmamoğlu’ndan hakim yorumu: İşten çok pis koku geliyor.
- BALKAN | A Milli Futbol Takımı yarın özel bir maçta Bosna-Hersek ile oynayacak.
- İran’da kız okullarına zehirli gaz atan 5 kişi tutuklandı
- Bakanlık Kurumu: En zor zemini belirleyip en hassas teknikle güvenli evlerimizi inşa edeceğiz
- Taşların doğru döşenmesi: Kemal Kılıçdaroğlu’nun yolu
- eğitime kapıyı kapatmak | Haber sitesi PolitikYol
- BALKAN | İran’da başörtüsü takma zorunluluğunu denetleyen ahlak zabıtası kaldırıldı.
- Kılıçdaroğlu: Kürt sorununu demokratik yollarla çözmeye ve terörü bitirmeye kararlıyız