türkiye bugün‘din, AKP – İslamcı vb.Vsadece yüksek hedeflere ulaşmak için değil, aynı zamanda devlet yöneticilerinin uyguladığı baskı için de. ve zulümToplulukların meşrulaştırılması için kültürel bir mekanizma olarak var olur.
İhsan Eliacık’ın kitabını biliyorsunuz. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın talebi ve mahkeme kararı üzerine müsadere ve imhasına karar verildi. Orta Çağ’da kaldığını düşündüğümüz kitapların yok edilmesi/yakılması adeta yeniden canlanmış. Buradaki kilit sorular şunlardır:
- Yargının hangi dinin/mezhebin/yorumun daha doğru olduğuna karar verme yetkisi var mı?
- Evet dersek mahkemeler hangi din bilgisiyle bunu yapacak?
- Uzman tutacak mı? Peki bu kadar karmaşık bir konuda ne tür bir uzman tarafsız bir karar verebilir?
- Kitapların toplanması ve imha edilmesi insani bir davranış mıdır?
- Yargı hangi yasaya veya Anayasa’nın hangi maddesine dayanarak böyle bir karar aldı?
- Yargı, bu konuda herhangi bir etki olmaksızın karar verdiğini nasıl ispatlayabilir?
- 16 yıl önce yayınlanan tefsir tercümesini devletimiz yeni mi gerçekleştirdi?
Sorular uzayıp gidiyor….
Ancak konu doğrudan devlet ve ideoloji ilişkisi ile ilgili olduğu için bu ilişkiye biraz değinmek niyetindeyim. Devlet ve İdeolojik Aygıtları, Althusser’in 1970 yılında yazdığı kitap. Marksizmin gelişiminde bir dönüm noktası olan önemli bir kitap. Endişelenmeyin, Gramsci’ye girmeyeceğim ve Althusser’den çıkmayacağım, Marksizmin kendisinin dönüşümlerine veya Sovyet tipi sosyalizm eleştirisine girmeyeceğim. Bunu benden daha iyi yapabilen birçok yazar var. Resmi ideolojiye sahip bir devlet ile din ve mezhebi resmi olarak yorumlayan bir devlet arasında hiçbir fark olmadığını ve bunların dünyanın her yerinde aynı şekilde yürütüldüğünü göstermek istiyorum. “Ne önemi var? Bırak anlatayım…
Marksizm, 20. yüzyılın ortalarında Rusya’da devlet ideolojisi haline geldiğinde, bilim önce ideolojikleştirildi ve ardından üstyapının/ideolojinin göreli özerkliği göz ardı edilerek bir parti programına indirgendi. Marksizm ve sosyalizm, insanları özgürleştiren bir ideolojiden, zıt işlevleri yerine getiren sistemik bir ideolojiye dönüşmüştür. Doğu Bloku ülkelerinde “yeterince iyi komünist olmadıkları” gerekçesiyle başlayan tutuklama dalgalarını, “lidere yeterince sadık olmadıkları” gerekçesiyle bir gecede tasfiye edilmelerini vb. sık sık yaşanan olaylardı hatırlarsınız. Devlet size komünizmin ne olduğunu ve Marx’ın nasıl yorumlanması gerektiğini söyleyecektir. Onlar da komünizmin en doğru yorumunu biliyorlardı ve bilgilerinin herkese fayda sağlamasını istiyorlardı ve bunu da ibadet aşklarından(!) yapıyorlardı.
Peki ideolojiden çok dine odaklanıldığında soru değişir mi? Tabii ki değil. O dönemde Politbüro’nun yürüttüğü misyon, bugün çeşitli araç ve gereçlerle Diyanet tarafından yürütülüyor. “Politbüro ile Diyanet’i nasıl eşit tutar, laik ve dindar ideolojileri nasıl birbirine indirgersiniz?” diyebilirsiniz. Ancak sorun şu ki, bir ideolojiyi dine dönüştürme ve dini bir parti programına indirgeme süreçleri birbirine çok benziyor. Hatta Diyanet kendisine verilen görevi bu kez belki daha kaba bir şekilde yerine getiriyor. Diyanet en başından Sünni-Maturi-Hanefi çizgisinin temsilcisi ve ona resmi olarak sahip çıkan bir kurum olarak oluşturulmuştur.
Bir mezhebin veya dini yorumun resmi bir dine veya mezhebe dönüştürülmesi, vatandaşların dini hizmetlerini kolaylaştırmak veya beklentilerini karşılamak için yapılmaz. Devlet için önemli olan söz konusu dinin resmi hegemonik din anlayışına indirgenip indirgenemeyeceği, faydalı olup olmayacağıdır.
Peki devleti yönetenler doğruların mı peşindeler, yoksa kaybolmuş akılların peşinde koşan bir avuç doğrunun mu? Onlara göre devletin bir dini olmalı ama bu yetmez, resmi bir mezhebi de olmalı, bu yetmez, imtiyazlı bir mezhep devletin en yüksek menfaatlerini korumalıdır.
Sorun şu ki, resmi kurumlar bir mezhebin, akımın ya da dini yorumun yılmaz savunucuları olarak hareket ettiklerinde, kaçınılmaz olarak bu teolojiyi devleti temsil edenlerin çıkarlarıyla uzlaştırmak zorunda kalıyorlar. İşin doğası bu, çünkü devlet böyle işliyor. Devleti nasıl meşrulaştıracaklarını, yoksa devlet adamlarını nasıl kutsayacaklarını anlatır mısınız? Devlet böyle bir boşlukta işleyen bir makine değil, bizi yönetenlerin bizden daha akıllı ya da daha akıllı olmadığı ortaya çıktığında aslında neden bizi yönettiğini ve “neden bu dostların bizi yönettiğini” açıklayan meşruiyet mekanizmalarına sahip. diğerleri değil mi?” Sorusu cevaplanmalıdır.
İşin bir başka yönü de şudur: Devlet, vatan-millet-sakarya edebiyatına sahip çıkmıyorsa, devleti yönetenleri Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olarak temsil etmiyorsa, o zaman neden resmi yorumu seçsin? Peki devleti yönetenler doğruların mı peşindeler, yoksa kaybolmuş akılların peşinde koşan bir avuç doğrunun mu? Onlara göre devletin bir dini olmalı ama bu yetmez, resmi bir mezhebi de olmalı, bu yetmez, imtiyazlı bir mezhep devletin en yüksek menfaatlerini korumalıdır.
Tek bir küçük sorun var, Türk toplumu çok mezhepli ve çok etnikli. Toplumun bu mozaik yapısı, tablonun dayatmasının kalıcı olamayacağını göstermektedir. Osmanlı bile yapamadı. Katliam ve asimilasyon politikalarına rağmen Alevi toplumu bu politikalara karşı direnmektedir.
Çünkü belli bir mezhebin veya dini yorumun resmi bir din veya mezhep haline getirilmesi, vatandaşların dini hizmetlerini kolaylaştırmak veya beklentilerini karşılamak için yapılmamaktadır. Devlet için önemli olan söz konusu dinin resmi hegemonik din anlayışına indirgenip indirgenemeyeceği, faydalı olup olmayacağıdır. Devlet dediğiniz olgu öyle ya da böyle tüm enstrümanlar, onların düşündüğü gibi devletin ulvi hedeflerle alakası yok. Kitlelere sunulan din mesela 15 Temmuz darbe girişiminin yıl dönümünde orduyu ve devleti süslemelidir.
Din dediğiniz şey belli bir amaca hizmet etmeli, devleti ve ideolojisini güçlendirmeli, devleti ve cumhurbaşkanını eleştirenleri de esirgememeli. “Kendisinden önceki devleti neden eleştiriyor, dingo ahırı mı, yoksa bu ülkenin terk edildiğini mi düşündünüz?” diyen birine dini bir argüman sunması gerekiyor. AKP İslamcı olduğu için değil, bugün Türkiye’de din bu yüzden var. Çünkü böyle bir yapıda din asla yüksek hedeflere götüren bir olgu değil, devleti yönetenlerin baskı ve zulmünü meşrulaştıracak bir kültürel mekanizmadır. En azından devlet adamlarının gözünde hep böyle olmuştur. Çünkü önemli olan din değil, devletin kendi çıkarlarıdır.
İşte sevgili okurlarım, 16 yıl önce İhsan İlyaşik’in yazdığı Yaşayan Kuran’a mahkemenin müsadere, müsadere ve imha kararı ile ilgili olarak aklıma gelen buydu… Başkomutan olarak Cübbeli Ahmet’i görürseniz şaşırmayın. Yakında Diyanet İşleri!!!
İlginizi Çekebilir
- KKM: Koruma sağlamayan para yatırma!
- İdeoloji ve Neden siyaseti bıraktığında
- Artan yoksulluğun tazminatı, çocukların tükettiği ekmekte yatıyor.
- İmamoğlu, adını vermeden İnsu’yu aradı: Hesaplarınızın yanlış olduğunu anladığınızda iş işten geçmiş olacak.
- BALKAN | Türk güreşçi Feyzulla Aktürk, Hırvatistan’da yapılacak Avrupa Şampiyonası’nda unvanını korumayı hedefliyor
- BALKAN | Halkbank, Sırp teknik direktör Slobodan Kovac ile sözleşme imzaladı
- BALKAN | Sırbistan Şampiyonası’nda Novi Pazar-Radnicki maçında depremden etkilenen çocuklar için toplanan oyuncaklar
- BALKAN | Djokovic, Kanada Açık Masters’tan elendi
- Suriye: İsrail, Halep Uluslararası Havalimanı’na hava saldırısı düzenledi
- CHP’li Toprak: Kızılay’ı parti şirketine çevirenler hesap verecek