Dünya Böcekleri | Haber sitesi PolitikYol

Deprem, Türkiye için yağmur ve rüzgar kadar doğaldır. Görmemiz gereken şey, yer altındaki değil, yer üstündeki fayların binaları tahrip ettiğidir. Ahlaksızlık, bencillik, ikiyüzlülük, utanmazlık ve sorumsuzluk son bulmadıkça, yeryüzünün kötülükleri hepimizi perişan edecek.

Bugünlerde hepimizin aklında tuhaf bir şeyler var. Kilometrelerce yerin altında fay hatlarının yarattığı büyük yıkımın bizden aldığı canlar, yarım kalan, yarım kalmaya zorlanan hayatlar var. Hepimiz gittik. Aşağıdaki yarıklar bir sonraki felakete kadar sakin kalır. Ancak deprem bitmedi. Artık Dünya’da da fay hatlarımız var. Onlar kırılırken biz sallamaya devam ediyoruz. Üstelik tıpkı binalarda olduğu gibi manevi dünyamızın bu depremi onlarca yıldır gelmesine rağmen hiçbir şey yapmadık. Yeniden yapılanma afları gözümüzün önünden geçti, ulusal bekamız mahvoldu ve kentsel rant kaynağının ulusal siyaseti finanse ettiği karanlık bir dünya toplumun temellerini aşındırıyor.

Kafamdaki tuhaflıklar ile uğraşırken aklıma Orhan Pamuk’un romanındaki Mazlum geldi. Ailesiyle Konya’dan İstanbul’a gelen Mazlum’un hikayesi aslında 1960’lı yıllarda kentlere göç dalgasının yarattığı kara faylarını konu alıyor. O dönemlerin gecekondu mahallelerinin birbiri ardına yedi-sekiz katlı binalara dönüşmesiyle sonuçlanan süreçte kayırmacı siyasi ağlar ördü. Kent rantının sağladığı tatlı kaynak sayesinde siyaset yolunu bulmuş ve bu kirli düzeni canı pahasına koruyacak korumalarını meclise yerleştirmiştir.

1999 Marmara depremi bu sürecin belki de en görünür sonuçlarından biri oldu. Fay hatları yüzeydeydi ama onları görmemeyi tercih ettik. Devam ettik. 2000’lerin başında ikinci perdeyi sahnelemeye başladılar. 2002’de gelen siyasi değişimin kadroları, bu kez sadece batının büyük kentlerinde değil, Anadolu’nun “unutulmuş insanları”nın da yararına, bol para ve makroekonomik istikrar ortamında yapılaşmayı teklif etmeye karar verdiler. . Kişi başına düşen gelirin artmasıyla Türkiye, Batı’dakine eşdeğer bir orta sınıf yaratma yolunda ilerliyordu ve bu yeni orta sınıfın evlere, alışveriş merkezlerine ve gökdelenlere ihtiyacı vardı. Bu süreçte herkes müteahhit oldu. Emsaller belirlendi, deprem kuralları hiçe sayıldı, bir yandan istihdam sağlandı, diğer yandan kirli ilişkiler iş dünyasını suç ortağı haline getirdi. Bu ilişkinin tarihsel süreçlerini ve günümüze etkisini öğrenmek için Tanil Bora’nın derlediği ve Birikim Yayınları’ndan çıkan İnşaat Ya Resulullah kitabına bakmanızı öneririm.

Esen Çağlar, 2013 yılında yazdığı bir yazıda bu kaçınılmaz kentleşmenin ve yarattığı rantın sağlayamadığı refahı Ankara’nın Çukurambar ilçesi üzerinden anlatmıştı. O dönemde tüm Türkiye’yi kapsayan 2023 vizyonundaki kişi başına düşen 25 bin dolarlık gelirin bu çarpık şehircilik anlayışıyla gerçekleşmeyeceğini vurguladı. Ama durmadık. Pasta çok büyüktü ve getirisi çok büyüktü. AKP iktidarı döneminde tüm ülkeyi kasıp kavuran inşaat patlaması, inşaat sektöründe kontrolden çıkmış, karmakarışık ilişkiler ve sorumsuzluğu olağan hale getirdi. İnşa ve siyasetin bu sembiyozu, sistemdeki tüm katılımcılar için bir sorumsuzluk kalkanı işlevi gördü. Yıkılmazsa çirkin, yakalanırsa sorumsuz, yakalanmazsa affedilir bu sistemde hepimiz kaybettik. Bu arada imar affı olmayan ama yarattıkları sonuçlar bakımından aynı amaca hizmet eden başka kanunlar da çıkarıldı (Ilgün, A. ve Uysal, H. (2022)). 2018’in son seçimleri öncesi, pırıl pırıl gençlerimiz hepimize büyük bir toparlanma barışı ilan etti.

Kim suçlu?

Bu bir ölüm fermanıydı, bir müjde değil. Ancak bu idam cezasının altında sadece bir siyasetçinin imzası bulunmuyor. Biz de bu kararnameye imza attık. 2020’de Boğaziçi Üniversitesi İstanbul için yaptığımız kişisel bir ankette, İstanbulluların sadece %5’i imar affından yararlandığını söyledi. Ancak hak sahibi bina sayısına baktığımızda bunun gerçek bir bahis olmadığı ortaya çıkıyor. Ankete katılanların utanarak söylediği yalanlar, aslında kararnamede hepimizin imzasıdır.

Felaketin dehşet verici görüntüleri arasında, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından AB fonlarıyla yapılan ve AB mevzuatına uygun olarak inşa edilen Adıyaman’daki Kommagene Kültür Merkezi binası dikkatimi çekti. Cam binada en ufak bir hasar bile yoktu. Görünen o ki, Batı’nın ahlakından korunmak için onun tekniğinin yolunu tuttuk, tekniğini reddettik ve istemediğimiz ahlakı değiştiremedik.

Düzce depreminde binaları yıkılmayan Erzin ilçeleri ile Kahramanmaraş depreminde ayakta kalmış Erzin ilçelerinin belediye başkanlarını sabah erkenden ağırlayarak binlerce kişiye mezar olan sağlam inşaat müteahhitlerini makbul vatandaş olarak gördük ve bünyemize dahil ettik. protokoller ve onlara tam boy fotoğraflar verdi.

Buradan nereye?

Rüzgar ve yağmur beklemek, Türkiye’de deprem beklemek kadar anlamsız. Deprem, Türkiye için yağmur ve rüzgar kadar doğaldır. Görmemiz gereken şey, yer altındaki değil, yer üstündeki fayların binaları tahrip ettiğidir. Ahlaksızlık, bencillik, ikiyüzlülük, utanmazlık ve sorumsuzluk son bulmadıkça, yeryüzünün kötülükleri hepimizi perişan edecek. İçsel öfkemizi sadece tweet atmak için değil, toplumsal değişimi başlatmak için de kullanmalıyız.

İlginizi Çekebilir