Yakın zamanda açıklanan büyüme ve enflasyon verileri, depremin ekonomi üzerindeki etkisini açıklıyor. Rakamlar, geleceğe yönelik iyimser tahminlerde bulunmanın zor olduğunu gösteriyor. Akademisyen ve ekonomist Prof. Dr. Serap Durusoy yorum yaptı.
Ülke olarak zor günlerden geçiyoruz. 6 Şubat’ta yaşadığımız, binlerce kişinin hayatını kaybettiği, mülkün yıkıldığı depremin açtığı yaraların sarılması için çaba gösteriliyor. Elbette deprem kaçınılmaz bir doğal afettir. Ancak bilimin ve bilim adamlarının sözü dinlenip gerekli önlemler alınsaydı bunun yol açacağı olumsuz sonuçların önüne geçilebilirdi.
Makroekonomik sorunların çok ciddi olduğu bir dönemde yaşanan bu felaket, şüphesiz sorunları daha da derinleştirecek ve buna bağlı maliyetleri artıracaktır. Nitekim Dünya Bankası Afet Değerlendirme Raporu’na göre Türkiye’deki deprem zararının maliyetinin 34 milyar doları geçmesi bekleniyor.
Rapor, kurtarma ve iyileştirme maliyetlerinin çok yüksek olacağını ve ekonomik aksamalarla ilişkili GSYİH kayıplarının depremin maliyetini daha da artıracağını söylüyor. Öte yandan JP Morgan, depremin konut ve altyapıya verdiği hasarın GSYİH’nın yüzde 2,5’i, yaklaşık 25 milyar dolar olarak tahmin edildiğini söyledi.
Ancak bu hafta Şubat ayına ait önemli makroekonomik veriler peş peşe geldi. Açıklanan rakamlar, ekonomik büyümenin pozitif cari denge sağlamaya yönelik olduğu ve uzun vadede enflasyonun önleneceği paradigmasının etkisizliğini bir kez daha göstererek, ekonomideki depremin büyüklüğünü gösterdi.
Ocak ayı dış ticaret verileri Pazartesi günü açıklandı. Cari açığın en büyük bölümünü oluşturan dış ticaret, Ocak ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 38,4 artarak 14,24 milyar dolarlık rekor açık verdi. Ocak ayında ihracatın 19,4 milyar dolar, ithalatın ise 33,6 milyar dolar olduğu açıklandı. İhracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 57,6’ya gerilediği açıklandı.
İncelenen ayda enerji ve altın hariç ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 91 olduğu belirtildi. Ancak, ticaret açığına enerji kaynakları ve altını hariç tutmak açısından bakmak sadece iyimser bir yaklaşımdır. Çünkü ülkemiz enerji ve altın konusunda dışa bağımlıdır ve bunlar hariç tutulsa dahi açık verecektir. Kuşkusuz depremin ihracat ve ithalatı daha da büyütecek olması yeni rekorların kırılmasına yol açacaktır.
Nitekim, Dış Ticaret Bakanlığı’nın ön verilerine göre Şubat ayında ihracat bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 6,4 azalarak 18,6 milyar dolar oldu ve aylık tahminlerdeki sapmalar dikkate alındı. İllerdeki azalmanın ardından, deprem nedeniyle ihracatta 1,5 milyar dolarlık doğrudan düşüş eğilimi yaşandı. İthalat ise yüzde 10,6 artışla 30,8 milyar dolar oldu.
Öte yandan Salı günü büyüme verileri açıklandı. Ekonomi genelinde yüzde 5,6, yılın son çeyreğinde ise yüzde 3,5 büyümenin beklentiler dahilinde gerçekleştiği açıklandı. Ancak büyümenin beklentiler doğrultusunda olması onu masum kılmaz. Rakama dikkatle yaklaşılmalıdır.
Çünkü bu rakam, kompozisyon ve büyüme sürdürülebilirliği açısından kaygı uyandırıyor. Dördüncü çeyrekte büyümenin sektörel dağılımına bakıldığında aradaki fark dikkat çekici. Yani dengeli bir büyüme yok. 4. çeyrekte büyümenin en büyük yükünü inşaat dahil hizmet sektörünün aldığı yüzde 6,3 ile tarım sektörü yüzde 0,3, sanayi sektörü ise yüzde 3 küçüldü.
Görüldüğü gibi sanayi lokomotif sektör değil. Hizmet sektörünün büyümesi turizmden kaynaklanmaktadır. Ancak depremin turizm sektörünü olumsuz etkileme olasılığı göz önüne alındığında, önümüzdeki aylarda bu sektörde daralma olasılığı yüksek.
Öte yandan, FAO Dünya Gıda Fiyat Endeksi yıllık yüzde 8,1 düşerek on birinci ayda da düşüşünü sürdürse de Türkiye’de tarım, ormancılık ve balıkçılık faaliyetlerindeki gerileme gıda enflasyonu açısından da endişe verici. . .
Dört kişilik bir aile için açlık sınırının 9.425 TL’ye, yoksulluk sınırının ise 30.700 TL’ye yükseldiği bir ekonomide, GSYİH içindeki azalan emek payı, kişi başına düşen gelirin eşitsiz dağıldığını gösteriyor.
Öte yandan, pandemi döneminde parasal genişleme nedeniyle yukarı yönlü ivme kazanan makine teçhizat yatırımı, dördüncü çeyrekte yüzde 2,3’lük artışla ivme kaybetti. Ayrıca, döviz kurundaki baskı makine teçhizat ödemelerini kolaylaştırsa da, alınan makroihtiyati tedbirlere ve faiz indirimlerine rağmen yüksek kredi faizleri nedeniyle finansmana erişimde yaşanan zorluklar ve geleceğe yönelik kötü beklentiler olumsuz etki yarattığı söylenebilir. yatırım ortamı üzerindeki etkisi.
Şubat ayında 50,1 olan PMI bir önceki ayla aynı olsa da, 2023 yılının ilk çeyreğinde depremin hem kaynak arzında hem de dağıtımında yarattığı zorluklar nedeniyle bazı firmaların askıya alınması nedeniyle sektörün çıktısı düştü. ve yeni ihracat siparişlerinde ivme kaybı, azalma göz ardı edilmemelidir.
Harcama yöntemiyle büyüme oranı değerlendirildiğinde, 2022’nin son çeyreğinde yerleşik hanehalkı tüketici harcamalarının katkısının 10,4 puan olduğu, kamu tüketiminin katkısının ise 1,2 puan seviyesinde kaldığı görülüyor. Net ihracatın -3,3 ile negatif, stokların -5,6 ile katkısının negatif olduğu görüldü. Dünya merkez bankalarının devam eden faiz artırım kararları nedeniyle döviz kurlarının baskılanmasında yaşanacak güçlükler ve artan enerji ve kaynak fiyatlarının ihracat-ithalat dengesini daha da bozacağı düşünüldüğünde, büyümenin sürdürülebilirliği oldukça sorunlu görünmektedir. .
Benzer şekilde, yüksek enflasyonist beklentiler tüketimi ileriye doğru ittiği için tüketimin sürdürülebilirliği risklidir. Çünkü işgücünün milli gelir içindeki payı her geçen gün azalmaktadır. Zira GSYİH bileşenlerinin brüt katma değer içindeki payları gelir yöntemiyle incelendiğinde, yıllık bazda çalışanların aldığı %26,5’lik payın rekor düşük seviyeye gerilediği görülmektedir.
TÜRK-İŞ’in Açlık ve Yoksulluk Sınırı araştırmasına göre, dört kişilik bir aile için açlık sınırının 9.425 TL’ye, yoksulluk sınırının 30.700 TL’ye yükseldiği bir ekonomide emeğin GSYİH içindeki payının düşmesi, kişi başına düşen gelirin dağıldığını gösteriyor. düzensiz
Görüldüğü gibi, büyümede sermayenin payının azalmasıyla birlikte hanehalkı tüketiminin payının artması, ancak bu artan büyüme sonucunda sermayenin payının artmasıyla işgününün payının azalması göstermektedir. bunun zayıflatıcı büyüme olduğunu. Diğer bir deyişle, işçi haklarını iyileştirmeyen ve artan enflasyona ayak uyduran ücret artışları, çalışanların büyümeden aldığı payı azaltmaktadır.
Nitekim Cuma günü açıklanan Şubat ayı resmi enflasyon verileri de bunu kanıtlıyor. Şubat ayında aylık enflasyonun baz etkisiyle bir yılın en düşük seviyesi olan yüzde 3,15’e gerilediği ve Şubat ayında yıllık enflasyonun yüzde 55,2 olduğu açıklansa da TÜİK’e göre bu enflasyon oranı şu gerçeği değiştirmiyor: gelir dağılımındaki eşitsizliktir.
Öte yandan, üretici fiyatlarındaki düşüş eğiliminin yıldan yıla devam ettiği belirtildi. Şubat ayında yıllık üretici enflasyonunun yüzde 76,61 ile 15 ayın en düşük seviyesine gerilediği açıklandı. Ancak İstanbul Ticaret Odası’na (İTO) göre, İstanbul’da perakende verilerinin şubat ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 78,62 arttığı belirtildi. ENAG ise Şubat ayı yıllık enflasyonunu yüzde 126,91 olarak hesapladı.
Enflasyonun önlenmesine yönelik sıkı para ve maliye politikalarının eş zamanlı olarak uygulanması yerine, bu politikayı destekleyen makroihtiyati tedbirlerin alınmasının artık yeterli olmadığının kabul edilmesi gerekmektedir.
TÜİK’e göre, ana harcama gruplarına göre en yüksek yıllık artış yüzde 74,34 ile lokanta ve otellerde olurken, bunu yüzde 70,08 ile sağlık harcamaları ve yüzde 69,33 ile gıda ve alkolsüz içecekler izledi. Aslında bu rakamlar çok da önemli değil. Çünkü en önemli şey ekonomik varlıkların hissettiği enflasyondur.
Enflasyonun önlenmesine yönelik sıkı para ve maliye politikalarının eş zamanlı olarak uygulanması yerine, bu politikayı destekleyen makroihtiyati tedbirlerin alınmasının artık yeterli olmadığının kabul edilmesi gerekmektedir. Ayrıca sürekli büyüme için enflasyonla mücadele etmek gerekiyor.
Bu çerçevede, bir buçuk yıldır uygulanan kur ve faizleri baskı altına alma politikasının, yüksek cari açığa, dengesiz ve yoksullaştırıcı büyümeye, yüksek cari açığa yol açması nedeniyle başarılı olamadığını gördük. şişirme. Ancak dünya merkez bankalarından farklı olarak teorik bir temeli olmayan ve iktisat teorisi ile kesişmeyen bu politikanın seçimlere kadar devam edeceği açıktır.
Bu nedenle politika faizi kararının yönünü yorumlarken politika açıklamaları içinde değerlendirmeye devam edeceğiz. Çünkü faiz indiriminin gerekçesi zaten siyasidir ve alınan kararlar siyasi mesajlara karşılık gelmektedir. Doğal olarak bu gelişme kurumsal güvensizlik duygusunu da pekiştirmektedir.
İlginizi Çekebilir
- Ülkenin kurtuluşu seccade | Haber sitesi PolitikYol
- Elon Musk’ın yapay zeka şirketi xAI yeniden canlanıyor
- Can Selçuki son Türkiye Raporu anketinin 3 sonucunu açıkladı
- BALKAN | Hırvatistan Futbol Federasyonu’na deprem bölgesinde 20 bin euro yardım
- BALKAN | Real Madrid, 37 yaşındaki Hırvat futbolcu Modric’in sözleşmesini bir yıl uzattı
- Tesla, Şanghay’da yeni bir mega fabrika inşa ediyor
- Bağış Kahramanları | Haber sitesi PolitikYol
- BALKAN | Türkiye-Hırvatistan maçının biletleri satışa çıktı
- Deprem Sonrası Ekonomik Görünüm: JP Morgan’ın “Türkiye: Depremin Ekonomik Etkileri” Raporu Ne Diyor?
- Seçime…