Anayasa hukukçusu Osman Can, seçimi geciktirme girişiminin hukuken imkansız olduğu sonucuna varıyor; Bu çabaların sorumluluğu örtme çabaları olduğunun altını çizerken, bütün bunların sonuçlarını da anayasa hukuku perspektifinden irdeliyor.
Yüzyılın felaketi, depremin kendisi değil, insan kaynaklı bir felakettir. İnsan faktörü şüphesiz kolektif sorumluluğa işaret etmektedir. Bu sorumluluğun birçok etik veya dini yönünün tartışılması gerekecektir. Ancak ahlâkî ve dinî boyutun yanı sıra hukuki ve siyasi sorumluluk boyutunun da tartışılması gerektiği açıktır. Mesleğimizin gereklerine ve müktesebatımıza göre bu konunun çözülmesi gerekmektedir.
Siyasi ve hukuki sorumlulukla ilgili bir konuşmayı ertelemek, kötü niyet ifadesi değilse bile, en azından bir devlet adamının nitelikleri ve sorumlulukla bağdaşmayan çocukça bir davranışa işaret eder.
Seçimlerin ertelenmesi konusunun sistemli, gelişigüzel, kurnazca veya tamamen düşüncesizce gündeme getirilmesi ve tartışılması sadece seçimlerin güvenliğini sağlama meselesi değildir. Bu depremzedeleri düşünmek, teknik yetersizlik ya da imkansızlık sorunu değil. Günümüzün dijital imkanlarına baktığımızda böyle bir sorun hiç yok. 3-4 ayda sorunu çözmek mümkün değil.
Türkiye’de rasyonel siyasi birlik anlamında ciddi bir devlet sorunu var.
Devletin varlığını meşrulaştıran iki temel işlevi vardır. Birincisi, insanların temel hak ve hürriyetlerini insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamalarına ve kullanmalarına, maddi ve manevi yönden gelişmelerine imkân ve imkânlar sağlamakta, ikinci olarak da üçüncü şahısların tecavüzüne karşı koruma sağlamaktadır. Devlet ve birey arasındaki ilişkilerde devlet, temel haklara saygı ve müdahale etmeme gibi pasif/negatif bir işlev de görmektedir.
Hukukun teknik ve usuli imkanlarını kullanarak siyasi ve hukuki sorumluluğu ötelemeye, bu sorumluluktan kaçmaya çalışmak, iradi tercih ve davranışların yarattığı ağır yıkımdan kurtulma arzusunda şüphe uyandırır.
Devletin bu işlevlerinin yerine getirilmesi, “bana güven” gibi devleti yönetenlerin iradesine bağlı değildir. Devlet, yönetenlerden bağımsız, onların dünya görüşünden, inançlarından ve yaşayış biçimlerinden bağımsız, kanunlarla kurulmuş ve kanunlara göre hareket eden siyasi bir varlıktır. Devlet adına yetki kullananlar, güçlerini hukuktan alır ve hukuka uygun olarak kullanırlar. Halk, bu yetkiyi kimin demokratik bir şekilde kullanacağına, yasanın öngördüğü şartlara ve yasanın öngördüğü usullere uyarak karar verir. Halk, kendisine tanınan yetkilerin doğru kullanımının doğruluğunu, demokratik iradenin tezahürü, parlamento, yargı ve halk aracılığıyla denetler.
Devlet kişisel bir varlık değildir. Dolayısıyla siyasi irade, devletin kontrolündeki kişi veya grubun şahsi iradesine indirgenemez. Devlette siyasi irade, tecrübe, birikim ve bölünmenin gereklerine uygun olarak oluşturulmuş birçok kurumun da katkısıyla, bu kurumların süzgecinden geçirilerek, rasyonel müzakereler sonucunda ortaya çıkan alternatiflerden birinin seçilmesiyle oluşur. emek. .
Buradaki seçim de tamamen bağımsız değil. Çünkü parti demokrasisi dediğimiz modern devletlerde bu siyasi tercih, yönetim görevini üstlenmiş olan siyasi partilerin iç işleyişine göre şekillenmektedir. Diğer bir deyişle, parti içinde demokrasinin aşağıdan yukarıya özgür bir müzakere ortamında ve kurumsal düşünceye uygun olarak işlemesi sonucu kristalleşen siyasi eğilim ve tercihler, parti yönetimini gerçekleştirir.
Devletin iradesi, sivil ve bürokratik kurumun buluşacağı yerde, iki kanaldan çalışarak doğar. Kuşkusuz, serbest sosyal kontrol ve diğer faktörleri göz ardı etmemeliyiz.
Diğer bir ifadeyle, siyasi irade, seçimle işbaşına gelen bir iktidar, herhangi bir aracı kurum veya rasyonalizasyon mekanizmasının süzgecinden geçmemiş bir kişi veya grubun iradesi değildir. Devlet ile çete/aşiret arasındaki fark burada devreye giriyor.
Başkanlık sisteminde liderin liderliği devlet aygıtına hakim hale gelmiştir, dikkat edin bu liderin (führerprinzip) partiye hakim olan otoritesi, Alman anayasa hukukunda partinin kapatılmasına sebep olabilir.
Kabul edelim, Türkiye hiçbir zaman parti içi demokrasiye sahip olmadı ve bazı partilerde çok eksik ve etkisiz kaldı. Ne yasa parti içi demokrasiyi gerekli kıldı, ne de gerekli kurumsal koşulları hazırladı, ne Anayasa Mahkemesi ne de siyasi partilere karşı pozitif yükümlülükleri olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu konuda kaygı duymadı. Bu bacak eksik, hatta yırtılmış.
Diğer ayağı, yani devletin kurumsal yapısı, buna bürokrasi diyelim, Osmanlı’nın modernleşmesiyle birlikte doğmuş ve Cumhuriyet’le doruk noktasına ulaşmıştır. Demokratik meşruiyet ilkesiyle çalışmasa da, bazen militarist özellikler gösterse de, toplumla devlet arasında sağlıklı bir ilişki kuramasa da var oldu ve çalıştı. Siyasi partilerden bir dereceye kadar özerk hareket edebildi.
Kabul edelim, bu kısmi özerklik ve sağladığı akılcılık 2011’den sonra aşınmaya başladı. Ülkeyi demokratik bir hukuk devleti olarak inşa etmek amacıyla TBMM’de başlatılan yeni anayasa çalışmaları devam ederken, askeri vesayetin bıraktığı yetki alanı giderek anayasaya uygun olarak şekillenen görevdekiler tarafından dolduruldu. liderler hiyerarşisi. 2015 yılından sonra ve özellikle 2016 yılında olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerle, 2017 anayasa değişiklikleriyle de anayasal düzeyde kaldırılmıştır.
Bürokrasi, hukuka ve parlamentoya sadakat duygusundan koparılarak, bireye sadakat ilkesi üzerine yeniden inşa edildi. Bir anlamda AKP öncesinde sadece KİT’ler hak sahibi olarak işlev görürken, 2016’dan sonra başta adalet, dışişleri ve içişleri gibi devletin kurumsal hafızasının taşıyıcısı olan temel kurumlar olmak üzere tüm devlet kurumları buna göre şekillendi. . Başkanlık sisteminde liderin liderliği devlet aygıtına hakim hale gelmiştir, dikkat edin bu liderin (führerprinzip) partiye hakim olan otoritesi, Alman anayasa hukukunda partinin kapatılmasına sebep olabilir.
Özerkliği ortadan kaldırılan bürokrasi, talimat dışında hareket edemez ve inisiyatif gösteremez. Kamu çıkarlarını uygulama yeteneğini yapısal olarak kaybetmiş olan devlet aygıtı, bu temel işlevleri yerine getiremez.
Bu, yüzyılın felaketinin siyasi olarak dikkate alınması ve gerekli önlemlerin alınması gereken boyutudur.
Bu siyasi yön aynı zamanda doğrudan yasal sorumluluk gerektirir. Devlet, Anayasa’nın 2. maddesi, 5. maddesi ve diğerlerinden başlayarak vatandaşların/kişilerin temel hak ve hürriyetlerini başkalarından gelebilecek tehlikelere karşı korumak ve vatandaşların hürriyetlerini layıkıyla kullanmalarını sağlamakla yükümlüdür. insan onuru.
Bu yükümlülük, devletin varlık sebebidir ve bu yükümlülük, basit bir toplumsal görev ve sorumluluk üstlenildiğinde tanınır ve bilinir. Bu taahhüt, siyasete girerken ana akım söylem haline gelir. Bu yükümlülük, siyasal alanda en küçük yetkilerin, kolektif ve kamusal özgürlüklerin kullanılmasında anayasa ve yasaların ilk bahsettiği şeydir. Bu yüzden öğrenilmesine gerek yok, “bilmiyordum” bahanesi işe yaramıyor.
Bu yükümlülüğü ihlal etmenin sonuçları açıktır. Afet vurduğunda, devlet işleyemez. Temel hak ve özgürlükleri koruyamaz, fırsat yaratamaz, güven sağlayamaz. Devlet, devlet olma hakkını kaybettiği için işlevini yerine getiremez. Bunu baştan bilmemek mümkün değil, en azından görmezden gelinmiş ya da risk alınmış.
Bu durumda tasarrufları, kararları veya bu işlevi engelleyen hükümleri hukuk düzeninin meşru gördüğü “siyasi” veya “idari takdir” çerçevesinde değerlendiremeyiz.
Devleti işlevini yerine getiremez hale getiren tercih, anayasal ve siyasi tasarruflar ile asrın felaketi arasında açık bir nedensellik ilişkisi vardır, sonuçları bilinir, risk satın alınır.
Hukuk düzeni, hukuk devletinin temel işlevini ortadan kaldırdığı başından beri bilinen ve doğası gereği işleyişi hukuk düzeni tarafından bilinemeyecek olan hukuk düzenini yıkan tasarrufları göremez. Devleti işlevini yerine getiremez hale getiren tercih, anayasal ve siyasi tasarruflar ile asrın felaketi arasında açık bir nedensellik ilişkisi vardır, sonuçları bilinir, risk satın alınır. Kanaatimizce siyasi ve hukuki sorumluluk tamdır. İstifa mekanizması bu sorumluluğu ortadan kaldıramayacaktır.
Peki seçimi ertelemek için yapılan anket/talep/istek nedir?
Hukukun teknik ve usuli imkanlarını kullanarak siyasi ve hukuki sorumluluğu erteleme, bu sorumluluktan kaçma arzusu, iradi tercih ve davranışların yarattığı ağır tahribattan sonra yeniden iktidara gelme arzusunda şüphe uyandırmaktadır.
Anayasal olarak mümkün mü?
Teknik olarak hayır. Anayasa gayet açık.
- savaş nedeniyle (yani sadece bir sebep belirtilmiş, “beğen” veya “beğen” ifadeleri kullanılmamıştır!)
- yeni seçim yapılamaması (mümkün olup olmadığını değerlendirme yetkisi TBMM’ye aittir)
- GNST seçimleri bir yıl erteleyebilir (“erteleme” değil, “erteleme”). Diğer bir deyişle, erteleme azami bir yıl olacak ve yukarıdaki koşullar gerçekleşse dahi TBMM’nin erteleme yükümlülüğü bulunmamaktadır.
Maddi hukuk açısından ise hukuk devleti, varlık amacına aykırı amaçlara ulaşma aracına dönüştürülemez. Bu yöndeki çabaları kanunla korunmamaktadır. Yani bu mümkün değil.
“Kim denetleyecek?tam da bu nedenle kurumsal pratikte bir karşılığı olmaması gerekir.o zaman böyle güçlerimiz var“İlüzyon” girişimi, siyasi ve hukuki meşruiyeti tamamen ortadan kaldıracak niteliktedir.
İlginizi Çekebilir
- Kavşak ve 15 Mayıs 2023
- Dar alanda kısa paslar: seçimlere doğru Türk-Rus ilişkileri ve Azerbaycan
- Yeni bir dünyanın başlangıcındayız | Haber sitesi PolitikYol
- BALKAN | “Rus Jeopolitiğini ve Ukrayna Savaşını Anlamak, Alexander Dugin”
- CHP’li büyükşehir belediye başkanları Kılıçdaroğlu’na destek mesajları yayınladı
- BALKAN | Asgari ücretin 20 bin dinarın üzerine çıkarılması bekleniyor.
- TBB: Türk Medeni Kanunu’nun 129. maddesine göre evlat edinen ile evlat edinilen çocuk ve çocukları arasındaki evlilik yasaktır.
- BALKAN | Mirak Kandili bugün
- İnternette kaçak sigara satanlara jandarma operasyonu
- BALKAN | 2022’de dünya çapında 61 milyon insan ülke içinde yerinden edildi.