Öncelikle kabul edelim; “Evet“Türkiye bir depremler ülkesidir. Bu yüzden hazır olmalıyız. Ama bu hazırlık sadece “jeolojiSismik hesaplama konusunda mühendislerin önerilerini yerine getirmek imkansızdır. Konunun diğer ölçümleriAaldanmak gerekir. Ekonomi bunlardan biridir.
Kamu yönetiminde şeffaflık ilkesi gereğince sormak istiyorum. Son yirmi gündeki depremin net değerini hesaplamak mümkün müydü? Veya bu maliyetin poliçe kapsamında nasıl finanse edileceğini biliyor muyuz?
Bildiğiniz gibi hükümet yaraları sarmak için öfkeyle inşa etmeye başladı. Büyük büyük harcamalar yapmak istediğini açıkladı. Hatta benim hislerime göre yapmaya başladı.
Peki, toplam maliyetin net bir dökümü var mı? Nerede ve kaç kaybımız olduğunu biliyor muyuz? Bence yavaş yavaş çıkıyorlar.
Belki de özledim. Haksızlık etmek istemiyorum. Ama devlet kurumları olmadan böyle bir tahmin yapılmaya başlanırsa, o zaman tüm bu para nasıl harcanacak? Ne kadar şeffaf olacak, nasıl dikkate alınacak? Ya da vatandaşların yaralarının sarılmasını nasıl sağlayabiliriz?
Aslında, bu harcamanın ekonominin geri kalanı üzerindeki etkisini hesaplamadan bu ölçekte nasıl harcayacağız?
Bu hesaplanan maliyetlerle bölge ekonomisini deprem öncesi duruma getirmek mümkün olmayacaktır. Belki binalar yapabilirsiniz ama bölgeye şu anki gelir adaletini geri getiremezsiniz.
Bir düşünün… TOKİ bölgede inşaata başlayacak. Etkilenen bölgenin sakinleri için evler inşa edecek. Uygun koşullarda uygun ödeme sağlanması. Diğer bir deyişle zenginliği bölgedeki orta sınıfa aktaracaktır. Peki ya gücü olmayanlar? Çünkü bölgede birçok insan bırakın ev almayı, kira ödeyecek gelir elde edemiyor. Bu gelir imkanlarının nasıl sağlanacağı konusunda kaya toprağı içermeyen bir proje var mı? Değilse, o zaman inşaat.
Elbette yıkılmış evler inşa edeceğiz ama bu fırsatı değerlendirip bölge sakinlerinin barınma sorununa başka adil çözümler geliştirmek mümkün mü? Örneğin bu tesislere harcanacak paranın bir kısmını bölge ekonomisini canlandırmak ve bölgede gelir getirici mekanizmayı canlandırmak için kullanamaz mıyız?
Bütün bunlar yapılabilir. Ama bu bir tercih meselesi. Görünüşe göre mevcut hükümet bu sorunla başa çıkmak için kendi öğrenilmiş çözümlerine başvuracak. Sorunu kesin olarak çözecek politikalar yerine kendi gücünün imajını tazeleyecek projelerle günü kurtarmaya çalışacaktır.
Tabii işin bir de mali tarafı var. İlk başta devlet harcamaların merkezinde olacak. Bunun için Meclisin denetimindeki bütçe imkânlarının kullanılması esastır. Meclis’in yeni bütçesinin yeniden görüşülmesi ve değişen önceliklere göre çeşitli devlet kurumlarına tahsis edilen kaynakların yeniden tahsisinin gündeme alınması mümkün olabilir. Böylece hazineye ek kaynaklar girebilir. Kamu kurumlarının bu konuda hevesli olduğunu daha önce yürütülen yardım kampanyalarından da görebiliyoruz.
Ancak hükümet çok yaratıcı bir yönteme başvurdu. Böyle uzlaşmacı, açık ve hesap verebilir bir yol izlemek yerine, büyük devlet kurumlarının kaynaklarını bütçe dışı bir yere aktarmayı ve harcama özgürlüğü kazanmayı daha uygun gördü. Bu nedenle bir yardım etkinliği düzenledi. Kampanya kapsamında, TBMM’nin kamu kurumları aracılığıyla tahsis ettiği ve hazineye geri aktarılmasını beklediğimiz kaynaklar bütçeden çekildi. Elbette bağışlar hazineye aktarılsaydı durum elbette farklı olurdu. Ancak maalesef bu konuda çok az netlik var..
Maalesef ülkemizde siyasetin seferber olması nedeniyle bazı ekonomik gerçekler unutulmuştur. Yaklaşan seçim günü, siyasileri depremle bağlantılı olarak harekete geçmeye zorladı.
Ama yine de uyaralım. Depremin büyüklüğü ve meydana gelen yıkımın boyutu göz önüne alındığında, bütçe bölgedeki tek harcama kaynağı olamaz. İzlenecek maliye politikasına ek olarak başka önlemler de getirilmelidir. Bu durumda uygun bir para ve kur politikası da oluşturulmalıdır.
Zira cepten yapılan bu harcamalar sonrasında kurulacak yeni ekonomik denge ile uyumlu yeni göreli fiyatların ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla kimse enflasyonun ve kurların deprem öncesi gibi devam etmesini beklemesin. Bu felaket iddia edildiği gibi siyasette bir fark yaratsaydı, ekonomide yarattığı değişimler çok daha net ve kesin olurdu..
Öncelikle kabul edelim; “Evet“Türkiye bir depremler ülkesidir. Bu yüzden hazır olmalıyız. Ama bu hazırlık sadece “jeolojiSismik hesaplama konusunda mühendislerin önerilerini yerine getirmek imkansızdır. Diğer boyutlar temaya dahil edilmelidir. Ekonomi bunlardan biridir.
Tecrübelerimizden anladığımız kadarıyla, doğal afet sonrasında toplumun devletten beklediği politika maliye politikası ile sınırlıdır. Hükümetin yapması gereken harcama miktarı, kamuoyunun görüşünden çok daha önemli.
Özellikle yaşadığımız iki büyük deprem ülke ekonomisinin genel sermayesine ciddi zararlar vermiştir. Ama öncekilerin yol açtığı ekonomik yıkımla baş etmekte zorlandık. Zaman zaman ülke olarak çok büyük masraflara girdik.
Bu zararı karşılayabilecek bir ekonomik kaynağın mevcudiyeti sorunun bir yönünü oluştururken, bir diğer yönü de deprem sonrası ekonominin nasıl yönetilmesi gerektiğidir. Örneğin, ülkenin mevcut koşullarında hangi para ve kur politikalarının izlenmesi gerektiğine rasyonel olarak karar verilmesi gerekmektedir.
Tecrübelerimizden anladığımız kadarıyla, doğal afet sonrasında toplumun devletten beklediği politika maliye politikası ile sınırlıdır. Hükümetin yapması gereken harcama miktarı, kamuoyunun görüşünden çok daha önemli.
Depremin gücüyüzyılın felaketi” diyor. Doğru. Bu çok büyük bir felaket. Ama bu büyüklükte bir felaketin üstesinden gelmek de olağanüstü düzeyde kaynak gerektiriyor. Bu kaynakları bağış için toplamanın mümkün olacağını sanmıyorum. Ülkemizde hala böyle bir kaynak yok. .
Daha önce yaşadığımız Büyük Marmara Depremi’nin yaralarının sarılması da zaman aldı. Ama o dönemde tüm toplum çok daha birlik ve bütünlük içinde hareket etmiş, yaşananlar hem yurt içinde hem de yurt dışında Türkiye’ye karşı sempati uyandırmıştı. Deprem sonrası enflasyon üzerindeki olumsuz etkiyi kontrol altına almak için deprem sonrası birlik ve beraberlik duygusu kullanılarak son derece maliyetli bir enflasyonla mücadele politikası yürütülmüştür. Ancak yıkımın sonuçlarının toplumun her kesimi için tazmin edilmesi devlet harcamalarına bağlıydı ve bu siyaset üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyordu.
Bir yandan depremin bütçe üzerindeki etkisi, diğer yandan artan devlet harcamaları sonucu enflasyonun önüne geçilememiş ve bu devlet harcamaları ve enflasyon nedeniyle ekonomideki göreli fiyat yapısı bozulmuştur. . TL beklenenin üzerinde değerlendi. Aslında o dönemdeki para politikasının kurumsal yapısı ve halkın kontrol edemediği harcamalar bu fiyat artışında büyük rol oynadı. Ancak sonuç değişmedi. TL’nin aşırı değerlenmesi sonucu büyüyen cari açığın önüne ülke geçemedi ve çok kısa sürede ödemeler dengesi sorunu baş gösterdi. Grafik 1, reel döviz kuru ile cari açık arasında bu süreçte ortaya çıkan ilişkiyi net bir şekilde göstermektedir.
Reel kur endeksinde 1999 öncesinde başlayan ve Grafik 1’de siyahla gösterilen yükseliş açıkça görülmektedir. Reel döviz kuru siyah noktalı çizgi ile gösterilen seviyenin üzerine çıkarsa TL “aşırı“Bu bir maliyet artışı olarak görülebilir. Bu değerin altında ise, TL’nin reel değerinin olmadığı ve halen uluslararası rekabet gücünde olduğu anlamına gelir. TL’nin yükseldiği dönemde “hareket”in yeşil renkle gösterilen yıllık periyodlarla hesaplandığını unutmayın.toplam cari açıkBu dönemde” sayısında önemli bir artış oldu. Bu dönem, deprem sonrası 1999-2001 yılları arasındaki son derece kritik ekonomik ve siyasi dönemi kapsamaktadır.
Sonuç olarak Türkiye, deprem sonrası dönemde Türk lirasının değer kazanmasına olanak sağlayacak bir para politikası izleyerek enflasyonu kontrol edememiş olsa da, Türkiye ekonomisinin en büyük krizlerinden birine neden olan koşulları yaratmıştır..
Bugün yaşadığımız şiddetli depremin ardından ekonomik koşulların o günkünden daha iyi olduğu söylenemez. Birincisi, depremden sonra da yükselmeye devam ettiği anlaşılan enflasyondaki kaçınılmaz yükseliştir.
O zaman ülkenin döviz kaynaklarına ihtiyacı var, çok ciddi boyutlara ulaşıyor. Çünkü bu nedenle hükümet, 2021’den itibaren ülkenin ihracat gelirlerini artırmaya başladı.Türk Tipi Büyüme Modeli” Modeli uygulamaya başladı. Hatta o günlerde TL’nin kaçınılmaz değer kaybının nedeni olarak bu model kamuoyuna anlatılmıştı.
Açıkçası hükümetin enflasyon konusunda ciddi ve ikna edici bir adım atabileceğini düşünmüyorum. Şimdi yüksek enflasyon verilerini almamız gerekiyor. Depremin ardından kamuoyu değerlendirmelerinde hükümete bu konuda tam yetki verildi.
Ancak TL’nin değer kaybetmesi, ithalata aşırı bağımlı bir ekonomide üretim maliyetlerinin yükselmesine ve oradan da enflasyonun yükselmesine neden olduğu için bundan vazgeçildi ve TCMB kanalıyla döviz kuruna müdahale edilmeye başlandı. Bu müdahale, 1999 sonrasında olduğu gibi tutarlı bir kurumsal para politikası çerçevesinde gerçekleştirilen bir müdahale değildir. Tamamen denetimsiz, yalnızca pazardaki aşırı talebi engellemeyi amaçlıyor.durumsal müdahalelerdir“.
TL’nin değer kaybetmesi önlenince TL’nin büyümesi kaçınılmaz hale geldi. Grafik 1 bunu Nisan 2021’den net bir şekilde gösteriyor. Üstelik bu değerlenmeyle birlikte toplam cari açık istikrarlı bir şekilde büyüyor. Bunda döviz kurlarındaki değişimin etkisi kadar büyümeden vazgeçmek istemeyen hükümetin kararlı duruşu da etkili oldu.
Peki bu durumdan sonra ne beklemeliyiz?
Açıkçası hükümetin enflasyon konusunda ciddi ve ikna edici bir adım atabileceğini düşünmüyorum. Şimdi yüksek enflasyon verilerini almamız gerekiyor. Depremin ardından kamuoyu değerlendirmelerinde hükümete bu konuda tam yetki verildi. Herkes yükselen enflasyonu norm olarak algılama eğilimindedir.
Bu kez yaşadığımız ekonomik gelişmenin yönünü belirleyecek olan hükümetin döviz kuruna karşı tutumu olacaktır. Bunun için hükümetin iki seçeneği var. Ya da döviz kurlarını serbest bırakacak. Veya bugünkü gibi kontrol etmeye devam edin.
Ancak döviz kurlarını kontrol etmesi eskisinden çok daha zor olacak. Birincisi, altyapı harcamalarının tamamı bir ülkeye döviz kazandıracak harcamalar olmayacak. Yaratacağı yüksek talep ve bazı sektörlerde yaratacağı arz kısıtları nedeniyle yerel enflasyonu yükseltecektir. Bu tür harcamalar ister istemez TL fiyatının yükselmesine neden olacaktır.
Hatta böyle bir dönemde siyasetçilerin de TL’nin tanınmasını istemesi bekleniyor. Çünkü Türk Lirası’nın yüksek değeri ile dövize yatırım maliyeti düşük kalabiliyor. İnşaata daha az döviz harcanacağı için bu özellikle döviz bulmakta zorlanan işletmeler için arzu edilen bir sonuçtur. Ama cari açığı da artıracak. Bütün bu durumun sürdürülmesi, yabancı sermayenin Türkiye’ye girmesine bağlıdır. Bu mümkün değilse TL’nin tüm maliyetlerine rağmen kontrollü bir şekilde değer kaybetmesine izin verilmelidir.
Peki, hükümet, en önemlisi, cumhurbaşkanı bunu kabul edecek mi?
bence göstermez.
O halde bize düşen görev, takip eden aylarda Grafik 1’in seyrini takip etmektir.
İlginizi Çekebilir
- BALKAN | Yeni Hicri Yıl yarın başlıyor
- ABB EGO otobüsleri Esenboğa havalimanına teslim edilmedi
- Cumhurbaşkanı Erdoğan: Finlandiya’nın NATO’ya katılımına ilişkin protokolün parlamentomuzda onaylanması sürecini başlatıyoruz
- Kartal’da “Depreme hazırlık semineri” düzenlendi
- deprem | Haber sitesi PolitikYol
- İstanbul’da FETÖ operasyonu: 14 tutuklama
- LGS Tarihi Açıklandı | Haber sitesi PolitikYol
- BALKAN | BM İran’da 23 yaşındaki idamı kınadı
- BALKAN | Akordeonla 5 yaşında tanışan genç Boşnak, 75. Dünya Şampiyonası’nın şampiyonu oldu.
- BALKAN | İsrail hapishanesinde 87 gün süren açlık grevinin ardından Filistinli tutuklu Hıdır Adnan öldü.