Suudi Arabistan ile İran arasındaki ikili ilişkilerin yeniden başlaması, Ortadoğu’nun gergin siyasetine istikrar getirmek için önemli bir adım olabilir. Yemen, Suriye ve Irak’ın yanı sıra Filistin’de barışa yönelik hamleler olabilir.
İran ve Suudi Arabistan’ın yedi yıllık aradan sonra ilişkilerine yeniden başlaması iki ülke ve Ortadoğu ilişkileri açısından önemlidir. İki ülke Ortadoğu’da birbirinin rakibi ve bölgesel liderlik için yarışıyor. Ayrıca Orta Doğu’da İsrail’i bütünleştirmek ve İran’ı izole etmek için bir paradigma kayması yaşanıyor. Riyad-Tahran yakınlaşması ise bu paradigmanın da değiştirilebileceğini, eski “düzenin” yeniden kurulabileceğini gösterdi. Riyad-Tahran ilişkilerinin normalleşmesi ile başta Yemen, Suriye, Filistin ve Lübnan olmak üzere gerilimlerin/çatışmaların hafiflemesi söz konusu olabilir.
İran ile Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkiler 2016 yılında kopmuştu. Suudi Arabistan’da Şii din adamı Nimr al-Nimr’in idam edilmesinin ardından Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği saldırıya uğradı ve Riyad diplomatik ilişkilerini kesme kararı aldı. Al Nimr, Suudi Krallığı’nı eleştiriyor ve hükümet karşıtı protestoların merkezinde yer alıyor. Riyad, saldırının ardından ilişkilerin bozulmasına gerekçe olarak İran’ın büyükelçiliği korumamasını gösterdi. Suudi Arabistan’ın bu kararının ardından Bahreyn ve Sudan, İran’la diplomatik ilişkilerini kesti.
İran-Suudi ilişkilerinin normalleşmesi, yedi yıllık müzakere turlarının sonucudur. Irak ve Umman’da da iki ülke arasında arabuluculuk yaptı. Anlaşmaya göre elçilikler belirli bir süre sonra karşılıklı olarak açılacak.
İki ülke kendi aralarındaki rekabeti hem iç hem de dış politikada kullandı. İran ile Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’daki rekabeti mezhepsel bölünmeler üzerinden yorumlanabilir. Bölgedeki etki alanlarının genişletilmesi hem Riyad hem de Tahran tarafından takip ediliyor. Rekabet devam ettiği sürece ilişkiyi yeniden başlatma kararı ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde açıklanabilir.
Örneğin İran’ın dış politikasının ilkelerinden/söylemlerinden biri monarşi ve emperyalizm karşıtlığıdır. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın dış politikasının önceliklerinden biri, sadece Krallığı değil, Basra Körfezi’ndeki monarşik yapıları da korumaktı. Ayrıca Riyad, Washington ile ilişkilerinde anlaşmazlık ve anlayış olabileceğini göstermek istedi.
Ayrıca Suudi Arabistan’ın Şii nüfusa sahip olması, Riyad ile Tahran arasındaki rekabeti ve gerilimi farklı bir noktaya taşıyor. Ülkenin doğusundaki Şii nüfus, örneğin 2012’de olduğu gibi zaman zaman protesto gösterileri düzenliyor. Riyad en ufak bir protestoyu terörizmle ilişkilendiriyor. Bu tür hareketler ikili ilişkilerin ağırlaşmasına neden olmuştur.
Benzer şekilde 2012 yılında da ilişkide gerilim yaşandı. Bu kadar söylem ve siyasete rağmen iki ülkenin Çin’in aracılık ettiği bir anlaşma temelinde görüşmesi, masada daha önemli ve farklı konuların tartışıldığını gösteriyor. Öte yandan hem Suudi Arabistan hem de İran’ın açıklamaları, ilişkilerin başlamasının iki ülke arasındaki tüm sorun ve sıkıntıların sona erdiği anlamına gelmediğini vurguluyor.
Uluslararası yaptırımların hedefi olan İran da uluslararası izolasyona tabidir. 2015 nükleer anlaşmasının akıbeti merak uyandırıyor. ABD’nin eski başkanlarından Barack Obama döneminde imzalanan bir anlaşma ile İran, nükleer tesislerini ve dolayısıyla nükleer programını uluslararası denetime açacak ve bunun karşılığında İran’a uygulanan yaptırımlar kaldırılacak.
Yani İran’ı uluslararası sisteme yeniden entegre ederek nükleer faaliyetlerini uluslararası kontrol altına almak istediler. Obama’nın diplomatik faaliyetlerini vurgulayan İşbirlikçi Kapsamlı Eylem Planı (COEP), Trump’ın ABD’nin çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesiyle ülkesini COEP’ten çekmesi nedeniyle, Donald Trump’ın ABD Başkanı olarak görev süresinden ağır darbe aldı. Devletler. Mevcut ABD yönetimi müzakere masasında YSÖP’e dönmeye devam ederken, İran ile müzakereler gündemde olmaya devam ediyor.
İran, nükleer programı üzerindeki uluslararası baskıya ve aylarca süren rejim karşıtı gösterilere bölgedeki varlığını güçlendirerek yanıt vermek istedi. Ortadoğu’da yalnız kalmamak için Riyad ile ilişki kurma politikası izledi. Ayrıca SİHA’nın Ukrayna’da kullanılmak üzere tedarik edilmesi, uranyumun yüzde 84’ünü zenginleştirmesi gibi nedenlerle Rusya’nın maruz kaldığı uluslararası baskının arttığı ve bu nedenle de Rusya’ya yaklaştığı unutulmamalıdır. nükleer silah geliştirmek.
Suudi Arabistan, ABD ile ilişkisi gibi çeşitli nedenlerle İran’la ilişki başlatma kararı aldı. Özellikle Joe Biden yönetiminin Ortadoğu’daki politikası Riyad’ın Tahran ile ilişkilerin başlamasına neden oldu. Suudi Arabistan, Washington’un politikasından memnun değil.
Böylece Krallık, Washington’dan bağımsız bir dış politika izlediğini göstermek istiyor. Riyad, Ortadoğu’da liderlik için oynarken, Muhammed bin Selman liderliğinde bir dizi “reform” uyguluyor. Değişikliklerin kozmetik olup olmayacağı tartışılırken, İran’la ilişkilere girme kararı Riyad’ın yönetiminde bir değişikliğe gidildiğini gösteriyor.
İsrail’in Ortadoğu’daki bütünleşme hedefine Suudi Arabistan’ı da dahil etme arzusu ve aynı zamanda İran’a karşı bir cephe oluşturma politikasının henüz başarıya ulaşamadığı söylenebilir.
Riyad ile Tahran arasındaki yakınlaşma, yukarıda bahsedildiği gibi, yeni bir İran karşıtı paradigmanın uygulanması sürecinde gerçekleşti. Bu durumda asıl amaç İsrail’in entegrasyonu olduğunda, İran ve Suudi Arabistan’ın ilişki başlatma kararının Tel Aviv için ne anlama geldiği netleşiyor. İsrail’in Ortadoğu’daki bütünleşme hedefine Suudi Arabistan’ı da dahil etme arzusu ve aynı zamanda İran’a karşı bir cephe oluşturma politikasının henüz başarıya ulaşamadığı söylenebilir.
Trump yönetimi, İran karşıtı bir cephe oluşturmak için adımlar attı; Bir “barış planı” ilan etti ve bu plan doğrultusunda Ortadoğu’da ve hatta Afrika’da önemli olaylar yaşandı. Bahreyn, Birleşik Arap Devletleri, Fas ve Sudan, İsrail ile ilişki kurmak için anlaşmalar imzaladı. Semavi Antlaşmalar, İsrail’i Arap siyasetine entegre etmeye çalışarak İran’ı bölgede izole etmeyi amaçlıyordu. İsrail ile ilişkilerin başlaması, Filistin-İsrail sorununun çözümünü beklemedi.
Dolayısıyla Trump’ın dediği gibi “yeni bir gerçeklik” devreye girmiş ve İran’ın Ortadoğu ülkelerinin baş düşmanı olduğu tezi zımnen kabul edilmiştir. Yani 1967 tarihli 242 sayılı ve 1973 tarihli 338 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararları temelindeki “barış için toprak” ilkesi ihlal edilmiş ve buna dayalı paradigma değişmiştir.
Yukarıda belirtilen kararlar ve yerleşik uluslararası uygulama, bir Filistin devletinin kurulması ve İsrail’in işgal altındaki topraklardan çekilmesi doğrultusunda, Arap devletleri İsrail ile ilişkilerini başlatır. Mevcut durumda Filistin-İsrail sorunu çözümden uzaktır; Şiddet dalgasının sarmala dönüşmesinden korkuluyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için İran ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşma çok olumsuz bir gelişmeydi. Tablo, özellikle İsrailli muhalifler tarafından bir başarısızlık olarak görülüyor. Burada Netanyahu’nun İsrail-Filistin barışının Suudi Arabistan’dan geçtiğine dair sözlerini hatırlamalıyız. Yukarıda bahsedildiği gibi Netanyahu, Suudi krallığını İran karşıtı cepheye çekmeye çalışmadı ama başarılı olamadı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için İran ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşma çok olumsuz bir gelişmeydi. Tablo, özellikle İsrailli muhalifler tarafından bir başarısızlık olarak görülüyor.
İran ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşma ilk değil. Önce ilişkiler koptu, sonra diplomatik ilişkilerin kurulması ve normalleştirilmesi yönünde adımlar atıldı. Örneğin, kesintiye uğrayan bir ilişki 1991’de yeniden başladı. Neticede elçilikler karşılıklı olarak açıldı. İki ülkenin önceliklerindeki değişiklik bu sonuca yol açtı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Irak’ın Kuveyt’i işgali, hem Tahran’ın hem de Riyad’ın algılarını ve güvenlik çıkarlarını değiştirdi. Irak ana tehditti.
Zaman zaman yaşanan gerilimlere ve İran’ın 2005’teki nükleer programına rağmen, hem Tahran hem de Riyad ilişkilerinde ihtiyatlı davrandılar. Bu bağlamda, Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkilerinin 11 Eylül saldırılarından sonra bozulduğu unutulmamalıdır. Aynı zamanda “Tahran Baharı”nın mimarı olarak adlandırılan bir dizi reforma imza atan Muhammed Hatemi döneminde 1998-2001 yılları arasında iki ülke arasında güvenlik anlaşmaları imzalandı.
Sonuç olarak, ikili ilişkilerin yeniden başlaması Ortadoğu’nun gergin siyasetini istikrara kavuşturmak için önemli bir adım olabilir. Yemen, Suriye ve Irak’ın yanı sıra Filistin’de barışa yönelik hamleler olabilir. Örneğin Filistin meselesinde ağırlığı olan Riyad, Filistin’deki ikiliği çözme yönünde adım atabilir. İran’ın Hamas üzerindeki etkisi göz önüne alındığında, Riyad ve Tahran’ın Filistin’de uzlaşma için işbirliği yapabileceğine inanılıyor.
İlginizi Çekebilir
- Her çağın düşmanı olun | Haber sitesi PolitikYol
- BALKAN | Livakovic’in Fenerbahçe’den beklenmedik transferi
- CHP’li İlgezdi: TÜİK’e göre son 19 yılda 58 bin 985 kişi intihar etti
- Yaşamın İhtiyaçları: Adalet, Özgürlük, Kalkınma
- BALKAN | Nisan ayı ortalama net maaş 36.134 dinar olarak açıklandı.
- YSK parmak boyasına onay vermiyor
- TİP lideri Erkan Baş’tan Destici’ye yanıt: Ülkemizdeki milyonlarca Yugoslav göçmen küskün
- Kartala Belediyesi personeli doğal afetlere hazırlanıyor
- BALKAN | Fenerbahçe Beko, Avrupa Ligi’nde Sırp Partizan’ı konuk edecek THY
- Salda Gölü’ndeki krom madeni tehdidi