İstediğini kovamayacağın bir sistem demokrasi değildir…

Demokrasinin birçok tanımı yapılmıştır. Ancak bu depremden sonra şu tanım zorunludur; Seçtiklerinizi ve atayanları istifaya zorlayamayacağınız bir sistem demokrasi değildir.

Kırılmayacak yarık yok, yıkılmayacak bina yok, kırılmayacak yol yok, devrilmeyecek taş yok. On binlerce can kaybedildi, milyonlar göç etti ama HİÇBİR YER sarsılmadı.

Hiç kimse herhangi bir insani, bilinçli veya yönetsel sorumluluk üstlenmemiştir. Kader değil…

Kabul edemeyiz…

Ülkemizde geçmişte ve günümüzde yönetişim sistemleri veya rejimleri hakkında çok önemli tartışmalar olmuştur ve olacaktır. Ancak son depremden de anlaşılacağı üzere bu kadar ağır kayıplara rağmen depremin kendisini suçlayıp ortadan kaldırdığımızda bir yönetim anlayışımız olduğu aşikardı.

Böyle bir anlayış, zihniyet ve yönetim kodu hiçbir ülkeyi, toplumu, kişiyi, fiziki yapıyı destekleyemez. Sorumluluk almayan bir zihne hangi sistemi verirseniz verin, kendi gücü için kullanır.

O yüzden bu ülkenin ve insanlarının yaraları asla kapanmıyor. Çünkü bu anlayışa göre bir dere yatağında kişide suç ve yapılan/yapılan, izin verilen/izin verilen işlemler yoktur. Sorun şiddetli yağmur ve selin kendisidir.

Kömür madenlerinde yüzlerce insanımız ölüyor, bir iki gözaltı yapılıyor ama yaslı ailelere bunun kader olduğu anlatılıyor.

Hiçbir sistem toplumların bilinç düzeylerinden bağımsız işleyemez. Burada sistemi basitleştirmiyorum ama mesele bu sistemi gerektiği gibi yönetecek, değiştirecek ve dönüştürecek vicdanlı vatandaşlara sahip olmaktır. Bu nedenle her birimizin kendimize şu soruyu yeniden sorması ve toplumsal dönüşümü mümkün kılacak iradeyi göstermesi gerekiyor.

Maden ocağının neden izinsiz çalıştırıldığını, neden denetim yapılmadığını, neden uyarılara kulak verilmediğini ve dahası ciddi bir soruşturma başlatılmadığını hiç merak etmiyor.

Fay hatları üzerinde. Sürekli depremler yaşayan ve bilim adamlarının sürekli uyardığı bir ülkede bir kişinin sorumluluk alıp istifa etmesi, onbinlerce insanın idari sorumsuzluktan tamamen ölmesi kabul edilemez.

Demokrasinin birçok tanımı yapılmıştır. Ancak bu depremden sonra şu tanım zorunludur; Seçtiklerinizi ve atayanları istifaya zorlayamayacağınız bir sistem demokrasi değildir.

İki gerçek ortaya çıkıyor: Birincisi, yurttaşın/toplumun/toplumun demokratik süreçlere katılımı ve sistemin içselleştirilmesi/kontrolü/yönetimi gerekli ve yeterli olgunluğa ulaşmamış. Parti görüşleri, kayırmacılık ve kayırmacılık ağına hapsedilmiş bir yapı var. Dolayısıyla ortak iyiyi ortaya çıkarma bilinci yoktur.

İkincisi, seçilmişler/yöneticiler bunun farkındadır ve hiçbir olumsuzluğun sorumluluğunu üstlenmeden ve asla hesap sorulmadan kişisel güç ve rahatlık alanlarını sürekli genişletmektedir.

Hiçbir sistem toplumların bilinç düzeylerinden bağımsız işleyemez. Burada sistemi basitleştirmiyorum ama mesele bu sistemi gerektiği gibi yönetecek, değiştirecek ve dönüştürecek vicdanlı vatandaşlara sahip olmaktır. Bu nedenle her birimizin kendimize şu soruyu yeniden sorması ve toplumsal dönüşümü mümkün kılacak iradeyi göstermesi gerekiyor.

Daha yoğun bir örgütlenmeye, kapsamlı bir yurttaşlık anlayışına ve daha geniş dayanışma ağlarına sahip yeni bir toplum inşa etmeye başlamalıyız. Seçilmişlerimizi ve onları atayanları görevlerine uygun olarak sürekli sorgulamamız, denetlememiz, atama ve görevden almamız hem ülkemizin hem de ülkemizin kaderini değiştirecektir, aksi takdirde kaderimizi seçmenlerimiz belirlemeye ve belirlemeye devam edecektir. Her felakette ölmenin ne olduğunu deneyimliyoruz.

Dolayısıyla demokrasi, kişinin kendi kaderini belirleme hakkıdır.

Vazgeçilmez ve devredilemez…

İlginizi Çekebilir