Neden her şey aynı kalıyor?

Deprem, siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının hedeflerine ulaşmasını, yani toplumsal sorunları kamusal alanda çözmesini sağladı. Bu yeteneğin adı; bu siyaset. Umarım bu sefer bu fırsat kullanılır ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

17 Ağustos 1999 depreminden sonra Beyoğlu Erol Sokak Hanif Han Derneği’nin farklı katlarında kendi alanlarında görev yapan birçok sivil toplum kuruluşu “Depreme Karşı Sivil Koordinasyon” adı altında ve depremin ilk gününden itibaren 4 gün süreyle örgütlendi. -5 gün önce Gölcük’te sonra Düzce’de insanlar yaralarını sarmaya çalıştı.

Daha önce bu yönlendirme grubu, Eğitim için Yurttaş Girişimi ve İnsan Yerleşimleri Derneği gibi çeşitli kurum ve girişimlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştu. Yani az ya da çok bir organizasyon geçmişi vardı.

Bütün bu çabalar, 2000-2001 Pazartesi geceleri, bu kez “Sivil Anayasal Girişim” olarak bir araya geldi, bir sonraki yıl süren tartışmalar, seminerler ve nihayet demokratik bir Türkiye çağrısı, sonunda “Sivil Anayasal Girişim” olarak gerçekleşti. Türkiye için” 28 Ocak 2001’de siyasi bir çabaya dönüştü.

Gölcük ve Düzce depremlerini takip eden aylarda “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” konulu birçok açıklama, yazı ve toplantı yapıldı.

Yine kendi anayasası olan bir toplum olma çabalarımız bugüne kadar başarısızlıkla sonuçlandı. Anayasa’nın 1982 darbe maddelerinin çoğu değiştirilse de 2018 değişikliğiyle zihniyeti yeniden teyit edildi.

Sivil toplum kurum ve hareketlerinin amaçlarını gerçekleştirmelerinin birinci şartı bunu kabul edip risk alarak başlamak, ikincisi ise aynı amaç için çalışan farklı kültürel kimliklere sahip kurum ve hareketlerle işbirliği yapmamak ve işbirliği yapmamaktır.

NEREDE?

Kuşkusuz Türkiye’nin demokratikleşme çabalarını yukarıda bahsedilen kurum, kuruluş ve sivil inisiyatiflere indirgemek haksızlık olur. Bu dönemi hatırlıyorum çünkü bizzat yaşadım.

Zaman zaman bu sorunun cevabını arayan yazılar da yazdım.

Türkiye’nin en önde gelen bilim adamlarının, aydınlarının, yazarlarının ve sanatçılarının da dahil olduğu tüm bu girişimler neden başarısız oldu?

Örneğin aradan geçen 24 yıla rağmen önümüzde duran tablo neden 1999’dan daha kötü?

Artık hiçbir şey aynı olmayacak.

Ya da neden hala anayasamızı yapmadık?

Nasıl olur da kendi anayasamızı yapmayız, 2000’li yıllardan daha otoriter ve anayasaya mahkumuz?

Tüm bu soruların ortak bir cevabı var; Bütün bu çabalar ne yazık ki kendimize rağmen giriştiğimiz siyasallaşmayı hayata geçiremememizden kaynaklandı. Diğer bir deyişle, yaptığımız şeyin siyaset olduğunun yeterince farkında olmadığımız için oldu.

Devlet ile toplum arasındaki ilişkiyi değiştirmeye ve ülkeyi demokratikleştirmeye yönelik bir sivil girişim olan sivil toplumun her türlü çabasının kaçınılmaz olarak siyasi bir nitelik taşıdığı bir gerçektir. Kendileri kabul etmeseler de bu doğrudur. Çünkü sivil toplum hareketi, siyasetin sivil alandaki devamı olarak kamusal alanda toplumsal taleplerin taşıyıcısı ve temsilcisidir.

Demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler, çevre ve benzeri alanlarda faaliyet gösteren tüm sivil toplum kuruluşları, kendileri inisiyatif almasalar da siyasidir ve yaptıkları siyasettir.

Sivil toplum kurum ve hareketlerinin amaçlarını gerçekleştirmelerinin birinci şartı bunu kabul edip risk alarak başlamak, ikincisi ise aynı amaç için çalışan farklı kültürel kimliklere sahip kurum ve hareketlerle işbirliği yapmamak ve işbirliği yapmamaktır.

Bu ikinci noktaya birazdan değinelim.

Elbette bu başarısızlığın bir yönü de STK’lar ve hareketlerin kendileriyle ilgili. Ama bu başarısızlığın ikinci boyutu doğrudan siyasetin kendisiyle, yani siyasi partilerle ilgilidir.

Siyaseti devletin ideolojik temsili olarak algılayan ve siyasal meşruiyetini toplumda değil, devlette arayan kurumların, yani siyasi partilerin, devleti demokratikleştirmeye ve devlet ile devlet arasındaki ilişkiyi genişletmeye çalışmasını beklemek elbette iyimserlik olur. toplum çıkarları için devlet ve toplum. .

Siyasi partilerin sivil toplum ya da toplum sorunlarıyla ilgilenmesini ve bunları kamu kaynaklarıyla, yani devletçiliğin yarattığı rantla çözmesini beklemek de yanıltıcı olur.

Bu bakımdan geçmişte siyasi partiler ile sivil toplum kuruluşları arasında her zaman bir mesafe olmuştur ve bu mesafe daha çok ideolojik ve siyasi niteliktedir.

Bu konuda istisnai dönemler dışında Türkiye’de kurumsal bir politikanın varlığından söz etmek güçtür.

Siyaset, siyasal iktidarın kendisi tarafından yok edildiği sürece; Siyasetin olması gereken yerde kamusal alanda toplumsal talepler üzerinden partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla ortaklık kurması siyasetin kurumsallaşması açısından bir fırsattır.

BU KEZ FIRSAT ELİMİZDE

Yukarıda da belirttiğim gibi sivil toplum kuruluşlarının ve hareketlerinin amaçlarını gerçekleştirmelerinin birinci koşulu yaptıklarının siyaset olduğunun farkına varmak ve işe risk alarak başlamak, ikincisi ise kurumlarla işbirliği yapmamak ve işbirliği yapmamaktır. ve aynı amaç için çalışan farklı kültürel kimliklere sahip hareketler.

Bu ikincisinin inşasıyla ilgili en büyük endişe devletin kendisidir. Çünkü devletin bu alandaki en büyük gücü, hem ideolojik ortağı hem de ideolojik ortağı olan iktidar partilerinin ortak bir siyasi amaç doğrultusunda birleşmelerini engellemektir ve bunu da tercih ettiği kültürel kimlik üzerinden yapmaktadır. Geçmişte laiklik üzerinden yaptığını bugün muhafazakarlık İslami kimlik üzerinden yapmaya çalışıyor.

Bugün HDP liderliğindeki Emek ve Özgürlük İttifakı dışında siyasi iktidarın en güçlü alternatifi CHP liderliğindeki Millet İttifakıdır. Bu ittifakın gücü, devlete ve devletle ilişkilendirilen siyasi güce görünürdeki uzaklığında yatmaktadır. Bu mesafe, devletin kurumsal başarısızlığından değil, devletin demokratikleşmesi talebinden kaynaklanmaktadır.

Ulusal İttifak, çeşitli kültürel ve siyasi partilerden oluşur. Ve devlet/iktidar bloğunun kurulduğu günden itibaren, önce ortak girişim yani dini kimlik üzerinden; Bunun yokluğunda İYİ Parti milliyetçilik üzerinden Milli İttifak’ı dağıtmaya çalıştı.

Ama yapamadı.

Bunun temel nedeni, tüm farklılıklarına rağmen bu partilerin demokrasiye, yani parlamentarizme dönüş konusunda ortak bir kararlılıkta buluşmalarıydı.

Şimdi Millet İttifakı ile Emek ve Hürriyet İttifakı’nın bir görevi daha var: Ortak bir amaç için bir araya gelen, farklı kültürel ve siyasi kimliklere sahip sivil toplum hareketleriyle kamusal alanda işbirliği yapmak.

Siyaset, siyasal iktidarın kendisi tarafından yok edildiği sürece; Siyasetin olması gereken yerde kamusal alanda toplumsal talepler üzerinden partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla ortaklık kurması siyasetin kurumsallaşması açısından bir fırsattır.

Deprem, siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının hedeflerine ulaşmasını, yani toplumsal sorunları kamusal alanda çözmesini sağladı. Bu yeteneğin adı; bu siyaset. Umarım bu sefer bu fırsat kullanılır ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

İlginizi Çekebilir