Seçim, mod ve üretim üzerine

Türkiye, içine atıldığı girdaptan yüzeysel tedbirlerle kurtulma aşamasını çoktan geçti. Çıkış; On yıldan fazla olmayan bir aralıkla dış kaynaklara dayalı hormonların kullanıldığı büyüme modelinin erken terk edilmesinden bahsediyoruz.

Kararın nasıl alınacağı henüz tartışılmadı. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine iki aydan az bir süre kaldı. eskilere göre; Eşitsiz koşullarda cumhuriyetin asırlık tarihi için oy vermeye hazırlanıyoruz.

Milli Mücadele’den sonra yıkıntılar üzerine yapılması planlanan yapının, toplumun geçmişle bağlarını kökten kopardığını söylemek güç. Osmanlı Devleti hasreti ile sürdürülmeye çalışılan bu ilişkilerin karşılandığı bir gerçektir. Geçmişe teslim olmaya hazırlanan siyasi ortamın özellikle son yirmi yılda keskin dönüşlerle şekillendiğini inkâr edemeyiz.

15 Mayıs’a kadar devam eden, kaderin seçimi olarak adlandırılan süreçte pek çok tartışma yaşanıyor. Ancak Türkiye’nin neden bu labirent sarmalından çıkamadığına şüphe yok.

Cumhuriyet döneminin beşte birinden fazla bir süredir tek başına iktidarda olan AKP’nin ülkedeki toplumsal uzlaşma çizgilerini paramparça eden ve barış umutlarını vahşice yok eden siyaset çizgisi, Türkiye’yi “herkesin bildiği bir sırlar diyarı” haline getiriyor. Moğolların ve Timur’un fillerinin verdiği zararla kıyaslanamayacak kadar ekonomik ve çevresel zarar miktarının gücü değiştirmeden ölçülmesi söz konusu değildir.

İşe geldikleri ilk günden itibaren kazalar ve doğa olayları karşısındaki başarısızlıkları şüphesiz biliniyordu. Ancak bu durumu bilinçli olarak nasıl fırsata çevirdiklerinin çarpıcı örnekleriyle karşı karşıyayız. Yağmaya dayalı ekosistemin tahminlerimizin çok ötesinde yaratıldığı çok açık. Son depremin vurduğu bir şehirde, AKP ilçe başkanı ile Kızılay fasıllarının ortak paydasının bölge kirası olduğuna şüphe yok.

Türkiye onlarca yıldır orta gelir tuzağında sıkışıp kaldı. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altındaki topraklarda ortak bir yaşamı paylaştığı ülkelerin çok gerisinde kalmış olan demokrasi ve insan hakları standartlarının nasıl yükseltileceğinden de bahsetmiyor.

Siyaset kurgusu asla körlük eşiğini aşamaz.

Geride Bıraktığımız Büyük Deprem, 16. yüzyıl. Fiziksel olarak, başlangıçta kaydedilen “küçük kıyamet” ten hiçbir farkı yok. Gözden kaçan bir diğer ortak nokta da “ders alma” alışkanlığımızın oluşamamasıdır.

Dünya ekonomisinin içine çekildiği mali krizin olumsuz sonuçlarına rağmen seçmene söylenen her söz kısa sürede bumerang etkisi yaratacaktır.

Ancak konumuz depremin yıkıcı gücü ile sınırlı değil. Seçim sonrası ekonomiyi bekleyen şokun büyüklüğü son depremden kat kat büyük olacak gibi görünüyor.

AKP’nin yıllanmış gücünü bir kenara bırakalım. Belirsiz ekonomi politikaları, seçimden sonra daha önce hiç görmediğimiz ölçekte büyük bir kasırga olabileceğini gösteriyor.

AKP’ye karşı birleşen muhalefetin, ekonomik çalkantı bu kadar belirginleşirken bu konuyu öncelik listelerinin olağan bir maddesi olarak görmesi gerçekten ürkütücü.

Türkiye, içine atıldığı girdaptan yüzeysel tedbirlerle kurtulma aşamasını çoktan geçti. Çıkış; On yıldan fazla olmayan bir aralıkla dış kaynaklara dayalı hormonların kullanıldığı büyüme modelinin erken terk edilmesinden bahsediyoruz.

Kuşkusuz uluslararası kural ve normlara uygunluk vazgeçilmez koşullardan biridir. Türkiye’yi yönetecekler; borç ve mevcut kaynaklar arasında bir denge kurmadan sorunlarımızı tek boyutlu bir bakış açısıyla çözemezler.

Dünya ekonomisinin içine çekildiği mali krizin olumsuz sonuçlarına rağmen seçmene söylenen her söz kısa sürede bumerang etkisi yaratacaktır.

Tarımsal üretimdeki düşüşün nedenleri ve çözüm önerileri yeterince tartışılamadı. Tarım hala gündemde değil. Yanlış ithalat politikaları nedeniyle ağır kayıplar veren hayvancılık sektörünün yeniden yapılanması kaçınılmaz hale geliyor. Tarımdan başlayarak, üretkenliğe dayalı köktendinci bir modele her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkıyor.

Geride bıraktığımız İzmir İktisat Kongresi bu anlamda güzel bir fırsat oldu. Yeterince kullanıldı mı? haftaya bakalım

Önümüzdeki dönemde; Kuşkusuz seçim, rejim ve üretim üçlüsü ülke gündemini belirleyecek.

İlginizi Çekebilir