Vatandaşın hak ettiği demokratik bir Türkiye toplumunda köklü değişim vaat eden siyasetçi ve siyasetçilerin önce kendilerine yakışır ve oylarını hak edecek şekilde kökten değişmeleri gerektiği görülmektedir.
İyimser/kötümser ayrımı yapmak için “bardağın dolu yarısı boş” metaforu sıklıkla kullanılır. Bu yazıda söz konusu bardak dolu.
Bardağın neyle, ön yüzde-arka planda neyle dolu olduğuna karar vermek, iyimser/kötümser gibi anlamlar yüklemek elbette okura kalmış. Metnin maddi tarihsel-sembolik-imgesel bağlamıyla yorumlanması da böyledir.
Sırf bu konuda bile, her biri ayrı ayrı makale/kitap konusu olacak daha birçok tartışmalı nokta var. Ama o toplara asla vurmadım, özellikle burada ve şimdi. Modern siyasette kimin hangi topu çevirdiğini görelim.
Elbette tüm unsurlar farkında olsun ya da olmasın, uzun süredir Türkiye’nin gündeminde tek bir “yatırım” konusu vardı: seçimler.
Bu konuda görüş paylaşanların çoğu benimle aynı “özne” ve seçmen.
Buna rağmen hem onlar hem de Merkez Bankası ve MV adayları hakkında genellikle dışarıdan, uzaktan ve adeta diğer seçmenlere hitap eden “nesneler” yazılır ve konuşulur.
Sanki kendileri hiç duymuyorlar ve etkilenmiyorlar. Bu durum hem garip hem psikolojik hem de çok ironik.
“Koyun sürüsü” ya da “gıcırtılı oy” söyleminden seçmen ve biçimci demokrasi söyleminden biraz popüler hale getirilmiş olsa da, bu bile Türkiye’de siyasi bir mesele olabilir. Bence öyle olmalı.
SEÇMELİ MÜHENDİSLİK
Elbette yaklaşan seçimlere verilen kritik önem arttıkça, süre kısaldıkça ve baskı arttıkça oyların değeri ve gerilimi de arttı. Çeşitli stratejik hesap ve planlar ile 3. ve 4. Merkez Bankası adaylarını ve seçmenleri ikna etmeye yönelik açık teklif ve vaatler devam edecek.
Örneğin, HDP’nin ve/veya 3. İttifak’ın CB adayı göstermeyi reddetmesiyle bir nebze rahatlayanlar, hala İnce ve Oğan’ın adaylıktan çekilip 2. tura gitme ihtimalini ve risklerini tartışıyorlar. bunu “demokrasiye geçiş” bağlamında yapıyor.
Daha önce zaten “2. Hangi adaya oy verirsiniz? “Erdoğan’a karşı ceket giyilirse ona oy verilir” gibi soruların sorulduğu vasat bir “siyasi analiz” ortamında, bu ceketin mutlaka muhalefetin öne sürdüğü tek/ortak aday anlamına gelmediğini ve önce %25’lik “sahipsiz” kesimin fethedilmesi gerektiğini.
Yeterince olgun veya popülist aşılanmış bir seçmenin, ikinci turda bu seçim mühendisliğine bile ihtiyaç duymadan, ilk turda (2. tur olursa aday da seçilir) CB adayına doğrudan oy vermesi beklenir.
Aslında bardağı dolduran ikinci konu, bu araçsal ve popülist siyasi mantıkla tüm partilerin sürekli olarak eşikleri ve diğer kuralları manipüle ettiği bir seçim adaleti sisteminde oy kullanmanın örgütlenmesi olabilir. Bence öyle olmalı.
Bugün ülkede iktidar ve rejim değişikliği isteyen seçmenin kafasını karıştıran sadece Merkez Bankası’nın dört adayı değil. Mesele sadece üç adayın hükümete karşı çıkması değil, aynı zamanda Erdoğan’ın “bir başka parlak dönem” vaadinde de var.
Milletvekili listelerinin sendikalar tarafından değil, TBMM’de sandalye kazanmak için partiler tarafından hazırlandığı da halk tarafından anlaşıldı. Belki bir an için (kazandığını varsayarsak) İnka’ya meylettikleri açık olan eski CHP seçmenleri bile artık kafalarında partinin “cömertliğini” haklı çıkardılar.
Ancak önceki sorunlarla iç içe başka bir sorun daha var.
Her toplumda her seçmenin tek bir “psikolojisinden” bahsetmenin imkansız olduğunu eminim siz de biliyorsunuzdur. Her seçimin ve her seçmenin tarihsel konjonktürü de birbirinden çok farklıdır. Benim bu seçimde gözlemlediğim ve önemsediğim belki de en bariz konu şudur:
Seçim sistemini manipüle eden ve bundan yararlanmayan iktidar, muhalefetten çok daha kafası karışmış olsa da, yine de muhalefeti eskisi gibi “önden” ve “arkadan” izleyerek çekebilir. eskisi gibi. yakın zamanda
Böylece büyük muhalefet ittifakı, gerek iktidar ve seçmeninin vicdanına, gerekse doğrudan diğer adayların vicdanına seslenerek, muhafazakârların ve milliyetçilerin sesini Merkez Bankası ve MV logolarına çekmeye çalışıyor.
Ama siyasi iletişimciler, reklamcılar, imaj danışmanları vs. Stratejik “etki analizi” önceden belirlenmiş kampanyalarla yeni seçmen kazanmaya çalışırken, topladığı eski ve yeni seçmenin vicdanı hiçe sayılıyor. Bu yüzden sürekli güncellenen bir sosyal “tepki analizini” kaçırdığını düşünüyorum.
Tek kelimeyle, muhalefetin birçok bileşeni ve aklı vardır. Belki de bu yüzden düşünceleri seçmene değil iktidara, rakip adaylarla ayrılıkçı oyunlara kayıyor. Erdoğan’a şimdiden kafayı taktı! Yani seçmenden çok daha kafası karışık.
ANKET VE ÖNEMLİ SEÇMENLER
Bu seçimin son anına kadar pek çok “acil” haber gelmeye devam edecek. Siyasi gerilimlerde dramatik inişler ve çıkışlar olacaktır. O ana kadar seçmen son kararından kaynamak, boğulmak, yanmak, hazırlanmak ve yorulmak zorunda kalacak. Bıçak sırtında yapılacak bu özel seçimin paha biçilmez “nihai kararını” sandıktaki duygu durumu ve tepki belirleyecek.
Dolayısıyla sayısal tahminler için henüz çok erken. “Fotoğraf bitişine” bakarak konuşması gerekir. Ancak bu şimdiden öngörülebilir çünkü oldukça olgunlaşan başka bir konu daha var.
Mesele “Dimyat’a giderken evde pilav için bulgur olması” değil. Çünkü MV listelerinde hüsrana uğradıktan sonra bile Çankay’lı CHP seçmeni “Kalbime taş koyacağım ama Kılıçdaroğlu’na oy vereceğim” diyor.
Zaten geçen hafta, listelerin açıklanmasından önce yazdığım gibi; Önümüzdeki dönemde çok renkli, neşeli ve hareketli bir Türkiye Büyük Millet Meclisi bizleri bekliyor. Bunun Türkiye’deki gerçek demokrasi için ne kadar verimli olacağını hep birlikte göreceğiz. Dolayısıyla mesele Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde topal ördek pozisyonuna düşüp düşmemek değildir.
Ancak bu seçimin asırlık cumhuriyet rejimi için bir sınav olacağı uzun zamandır söyleniyor. Geri sayım yaklaştıkça, demokrasisi zayıf bir devlet rejimini ve zayıf siyaseti toplumu besleyemediği için dönüştürmeyi başaramayan medya entelektüel tartışma ortamının gürültüsü ve kirliliği de yoğunlaştı.
Bu süre zarfında “siyaset bilimciler”, radikal seçimlerin sonucunu belirleyecek kilit seçmenler olarak farklı kesimlere yöneldiler.
Bence bu seçimlerin sonucu açık ya da kapalı olsun kadınlar ve küçük çocukları tarafından belirlenecek. Bakalım Kılıçdaroğlu’nun ve çalışkan savaşçılarının çabaları vicdanlarının sesini duymaya, onları anlamaya ve takdir etmeye, kaygılarını ve ihtiyaçlarını gidermeye yetecek mi?
Çünkü bu modern toplumun sadece kadın ve çocuklar için değil, erkekler için de camı, sadece siyaseti değil, erkeksi, muhafazakar, tutucu, fanatik, fanatik egemen ve “keyfi baba” zihniyetiyle ağzına kadar dolu. , aynı zamanda bugüne kadar her alanda.
Hakim rejim
Fark etseler de etmeseler de, adını koysalar da koymasalar da toplum özgürleşmeye doğru radikal bir geçiş bekliyor. Siyasetin çeşitli hayaletlerinden bu beklentiyi ve değişim ihtiyacını yeniden alevlendirerek,
Kadınların ve gençlerin giyimleri, iffetleri ve yaşam tarzları üzerinden araçsallaştırılması vaat edilenleri yerine getiremez.
Özellikle “temsili demokrasi” rantiyecilerinin ve intihalcilerinin görüntüleri, başörtüsü, ekose ceket, sakal bırakma, bıyık kesme gibi sembolik manipülasyonlarla kolayca güncellenemiyor.
Böylece yüzeysel, doğrusal, miyobik, hiyerarşik, tek düzlemli, tek boyutlu ve “veya/veya iki boyutlu”, tek bir palyatif amaçlı planlayıcı ve planlayıcı, tek bir palyatif hedefe sahip, böylesine yüzeysel, doğrusal, miyobik, hiyerarşik, tek düzlemli, tek ve ” veya ” çift ” boyut Pragmatist zihniyet (fırsatçı olsun ya da olmasın) asla düzeltilemez.
Ancak toplum zaten siyaseti ve politikacıları geride bıraktı. Aslında, camda, “kırmızı çizgiler”, politikacıların çekip giderken görmezden geldikleri ama asla çarpışmadıkları, tutulmamış vaatler, boş umutlar ve saymakla bitmeyen hayal kırıklıklarıyla dolu.
O zaman söyleyelim ve tekrar kenara çekilelim. Oradan her şey çok daha net görülebilir ve duyulabilir:
Kılıçdaroğlu ve muhalif ortakları, ülkeyi kazanıp geri almak istiyorlarsa, öncelikle iktidarın komplo paranoyasından kurtulmaları gerekiyor. Uysal ve çocuksu “ulusun sessiz sesini” doğru bir şekilde duymalıdır. Vicdanıyla haklı çıkarılmalıdır. Seçimden sonra değil ve kazanırsa; artık eleştiriye açık olmalı. Bu şekilde kazanmalıdır.
Çünkü gürültülü ve ortalamanın altında bir entelektüel medya ortamında şunu söylersen şu olursun, şunu söylersen şu olursun. “Muhalefet muhalefet” sözü bir bumerang gibi canlanıyor ve çarpıyor.
Bu demokrasi değil. Olamaz, yapılmıyor ama: Öyle deme, böyle söyleme; biz de söyleyelim mi kardeşim Ne zaman? Kimin için? kimin evi/evi?
İlginizi Çekebilir
- BALKAN | Bubuch: Birkaç bin şirket kriz karşıtı vergi ödeyecek
- BALKAN | Hırvatistan Artistik Jimnastik Dünya Kupası yarın başlıyor
- Milletler İttifakı’nın 5 üyesi bugün toplanacak
- İdris Baluken 7 yıl sonra serbest bırakıldı
- İtalya’da mülteci gemisi battı: 43 ölü
- BALKAN | Avrupa kurak bir yazdan sonra sıcak bir kış yaşıyor
- CHP’li Akın’dan “Karadeniz’in Doğal Gazı” Açıklaması: “İncil’den sonra faturalar konutlarda yaklaşık 3,5 kat, sanayide yaklaşık 6 kat arttı”
- Merkez Bankası’nın 2022 yılı karı açıklandı
- BALKAN | DSÖ, Çin ile COVID-19 hakkında veri paylaşımını memnuniyetle karşılar
- CHP Özel’den Bahçeli’ye: Bir kişi anladı, yanıldı