Türkiye’de olası bir iktidar değişikliği ile nasıl bir dış politika izleneceği ve Türkiye’nin otoriterliğin pençesinden çıktığında “otoriter” Doğu ile “demokratik” Batı arasında nerede konumlanacağı tartışma konusudur. Dr. Hande Orhun Özdağ tarafından yazılmıştır.
Türkiye büyük bir değişim potansiyeli olan ikinci bir yüzyıla hazırlanıyor. Mayıs ayında olası bir hükümet değişikliği, Türkiye’de sadece hükümet değişikliği anlamına gelmeyecek. Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 21 Şubat grup toplantısında yaptığı “değişim” vurgusu bu açıdan çok önemliydi. Önümüzdeki süreç, iktidar değişikliğinin çok ötesine geçen bir zihniyet ve yaklaşım değişikliği ile doludur.
Türkiye’nin dış politikasının da bu değişimden muaf olmadığına inanmak için hiçbir sebep yok. Bu nedenle, önümüzdeki dönemin akademisyenler ve araştırmacılar için dış politika perspektifinden keşfedilecek birçok yeni alan açacağını söylemek güvenlidir. Dış politika ve değişim gündemleri her zaman dinamikleri en az ulusal gündemi değiştirmek kadar dikkate almalıdır. Bu nedenle, ikinci yüzyılın başında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bazı önemli konulara, ikilemlere, ikilemlere ve fırsatlara odaklanmak uygun olacaktır.
DIŞ POLİTİKA 101
Dış politikadaki en köklü değişikliğin ilkeler düzeyinde olması gerektiğine şüphe yok bence. Son 20 yılda dış politikanın temeli olarak kabul edilen “ulusal çıkar” kavramının yerini “iktidar mücadelesi” ve “sosyo-politik çıkarlar” kavramına bıraktığı bugün açıkça görülmektedir. . Elbette “ulusal çıkar” kavramı çok soyut ve sorunlu bir kavramdır. Dış politika alanının siyasetten bağımsız olduğunu ve doğası gereği güç ilişkilerini dışladığını da iddia etmeyeceğim.
Ulusal çıkar kavramını, “vatandaşlarının refahını artıran ve onlara dünyada saygın bir varlık sağlayan” bir dış politika ilkesi olarak kullanıyorum. Bu geniş anlamda dış politika, kısa vadeli siyasi çıkarlardan ziyade “ulusal çıkarlar” merkezli olmalıdır. Dış politika kayırmacı bir yaklaşımla değil, dışişleri geleneklerini özümsemiş kalifiye elemanların emin ellerinde yürütülmelidir. Strateji ve taktikler, Türkiye’nin sahip olduğu fırsatlar ve riskler çerçevesinde, ikinci yüzyılda Türkiye’yi muasır medeniyet içindeki yerine getirecek kısa, orta ve uzun vadeli planlarla belirlenmelidir.
Bu planları hazırlarken, dünyanın risklerini ve fırsatlarını iyi anlamak gerekir. Tüm bunların sonucunda Türkiye yeniden öngörülebilir ve saygın, antlaşmaya sadık ve uluslararası hukuka saygılı bir oyuncuya dönüşecektir. Ancak şu da bir gerçek ki, dış politika fabrika ayarlarına dönse bile Türkiye’nin önünde pek çok zor konu var. bundan bir şey zamanın ruhuBunların bir kısmı Türkiye’nin tarihsel ve bölgesel özelliklerinden kaynaklanırken, hepsi eninde sonunda AKP’nin kalıntılarından etkilenecektir. Çünkü “dünya unutmaz!”
KÜRESEL JEOPOLİTİK İKİLEMLER
Karar vericiler, dünyanın büyük bir dönüşümün eşiğinde olduğunu görmeli. Küresel fay hatları giderek daha belirgin hale geliyor. ABD Başkanı Joe Biden, bu ittifakı, devletleri Soğuk Savaş benzeri bir kutuplaşmaya hapsetmek amacıyla “demokrasiler” ile “otoriter rejimler” arasında bir ittifak olarak tanımlıyor.
Bu formülasyonun Amerika Birleşik Devletleri’nin ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Demokratların çıkarlarına uygun olup olmadığı başka bir sorudur. Ancak gerek Ukrayna’nın AB’deki savaşının yol açtığı bölünmeler, gerekse AUKUS’un sözde Atlantik İttifakı’na verdiği zarar ve çekiciliği nedeniyle dünyadaki koşulların gerçeklerle örtüşmediği kanıtlanmıştır. Avrupa da dahil olmak üzere bölgedeki bazı kuruluşlar için Tek Kuşak, Tek Yol projesi.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu risklerin ve yapısal potansiyellerinin tespiti, “otoriterlik” ve “demokrasi” ikileminin ötesine geçen bir dış politika yaklaşımını gerektirmektedir. Türkiye’nin elinde tutacağı tek “saf” ulusal çıkarlar eksende olmalıdır.
Türkiye’nin “otoriterlik” – “demokrasi” ikilemi kendi iç gündemi açısından çok yüksek bir yer tutarken, ABD dış politikasını okumanın ciddi riskleri var. Biden’ın dayatması ve Türkiye’yi “ya bizdensin ya onlardan” söylemiyle bu tablodan yana olmaya zorlamak, Türkiye’yi çıkarları açısından gerçekçi olmayan ikilemlerde bırakabilir ve Türkiye’yi potansiyelini gerçekleştirme fırsatından mahrum bırakabilir.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu risklerin ve yapısal potansiyellerinin tespiti, “otoriterlik” ve “demokrasi” ikileminin ötesine geçen bir dış politika yaklaşımını gerektirmektedir. Türkiye’nin elinde tutacağı tek “saf” ulusal çıkarlar eksende olmalıdır. Türk diplomasi tarihinde bunun başarılı örnekleri var. Dünya Savaşı deneyimi veya 1960’lar ve 1970’lerdeki büyük dış politika hamleleri, hatta Türkiye Soğuk Savaş sırasında NATO üyesiyken bile bunun örnekleridir. İlişkinin kiminle olduğunu değil, ilişkinin doğasının ne olduğunu hatırlamak önemlidir.
BÖLGESEL ŞARTLAR: COĞRAFYA KADERDİR!
Türkiye’nin her an patlamaya hazır bir bölgede olduğu gerçeğini hiçbir karar vericinin göz ardı edemeyeceği bir gerçek bence. Ancak bunun vehameti iyi anlaşılmalıdır. Türkiye yüzünü ister Batı’ya dönsün, ister Doğu’ya, stratejik tercihi ne olursa olsun, bölgenin “bölgenin bir parçası” olarak dayattığı gerçekle yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Dolayısıyla bölgenin istikrarı Türkiye’nin istikrarı demektir. Bu gerçek asla göz ardı edilmemelidir. Bölgedeki etnik, dini, mezhepsel fay hatları, terör örgütleri ve vekalet savaşları, su sorunu, enerji paylaşımı sorunu, özellikle Doğu Akdeniz’de, göç-göçmen sorunu, bölgesel güç kombinasyonları, Karadeniz jeopolitiği mantığıyla “acil sorun”. en büyük sorundur.” Dönem, Türkiye’nin öncelikle çözmesi gereken konulardan biri bu olacaktır.
Ayrıca, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşme sürecine rağmen, uzun süredir uluslararası gündemimizde yer alan “Ermeni soykırımı” iddiaları ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın sürekli uluslararasılaştırmaya çalıştığı Ege ve Akdeniz meseleleri işgal etmeye devam edecektir. yakın gelecekte gündem.
KÜRESEL DÖNÜŞÜMLER: “BAĞIMSIZ” DIŞ POLİTİKA VE KENDİNDEN AYAKKABILIK
Önümüzdeki dönemde Türkiye’yi bekleyen en önemli dış politika gündemlerinden biri de elbette iç siyasi olaylarla yakından ilgili yeni bir “bağımsızlık” anlayışının geliştirilmesi olmalıdır. Dünya, “iklim krizi”, “bilgi devrimi” gibi olgularla “yeşil dönüşüm” ve “dijital dönüşüm” olarak adlandırılan büyük bir dönüşüme tanık oluyor.
Bu dönüşüm süreci, diğer tüm önemli tarihsel dönüşler gibi riskler ve fırsatlarla birlikte gelir. Türkiye bu dönüşüm sürecini doğru tamamlarsa çağdaş uygarlığın kapılarını aralayabilir ve o treni kaçırmak ülkenin Üçüncü Dünya standartlarına hapsedilmesiyle sonuçlanabilir. Çağın ruhu olan bu dönüşüm süreci, Türkiye’nin dış politikasının merkezinde yer almalıdır.
Serüveni boyunca dünyanın tüm mazlum halklarına bir “kurtuluş” modeli sunan Türkiye Cumhuriyeti, varlığının ikinci yüzyılında ilerici sendikaların imzasını attığı yeni bir başarı öyküsüyle ışık olma potansiyeline sahiptir.
Özellikle gıda, ilaç, teknoloji, savunma ve enerji alanlarında Türkiye’nin rönesansının en önemli ayaklarından biri olması gereken kendi kendine yeterlilik, yeni “bağımsız” bir dış politikanın ve gerçekten “güçlü” bir Türkiye’nin anahtarıdır. . Böyle bir vizyona meydan okuması en muhtemel aktörler, şüphesiz Türkiye’deki mevcut bağımlılık ilişkilerinden yararlananlar olacaktır. Ancak yenilenen bir Türkiye, bu engelleri aşmak için yüzyılı aşkın “dengeleme” deneyimini ustalıkla kullanabilmelidir.
YENİ “MODEL” OLMA VİZYONU
Bütün bu bağlamda Türkiye, ikinci yüzyılında yeni bir “model” olma vizyonuna sahip olabilir. Bu, gelişmekte olan ülkelerin, özellikle de iyi bir kalkınma çizgisi izlemek isteyen bölge ülkelerinin örnek alabileceği bir “model”dir. Türkiye’nin yeni “modeli”, çağın ruhuna uygun olarak, vatandaşlarını neoliberalizmin ezici rüzgarını kırmaya zorlamayan, kendine yeterlilik odaklı yeni bir kalkınma teorisi anlayışı üzerine kurulmalıdır.
Öte yandan dış politika, ulusal çıkarları ve egemenliği tartışmayan, insan haklarını ön plana çıkaran, saygın, öngörülebilir bir duruş sergilemelidir. Sorunlarını görmezden gelmek, örtbas etmek yerine sorunlarının çözümü için ‘barışçıl’ ve ‘gerçekçi’ stratejiler geliştirebilen saygın bir Türkiye bunu başarabilir. Serüveni boyunca dünyanın tüm mazlum halklarına bir “kurtuluş” modeli sunan Türkiye Cumhuriyeti, varlığının ikinci yüzyılında ilerici sendikaların imzasını attığı yeni bir başarı öyküsüyle ışık olma potansiyeline sahiptir.
İlginizi Çekebilir
- BALKAN | 2022 yılı sonuna kadar Kuzey Makedonya’da 9 bin 699 boş kontenjan olacağı açıklandı.
- iOS 16.4 güncellemesiyle iPhone’a yeni emojiler geliyor
- Yavuz Ağırralıoğlu İYİ Parti’den ayrıldı
- Az gelişmiş bir ülkede yaşam | Haber sitesi PolitikYol
- İstanbul’da feribotlar için sis bariyeri
- Mimarlar Odası Ankara şubesinin 5 başkanı 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı ve kamu hizmetinden uzaklaştırıldı.
- İstanbul’da IŞİD, El Kaide ve HTŞ operasyonu: 13 yabancı vatandaş yakalandı
- Bodrum’da 31 kaçak göçmen kurtarıldı
- Çetin Doğan’a 6 yıl hapis
- Vedat Bilgin’in Asgari Ücretin Arttırılmasına İlişkin Açıklaması: Acil Durumda Değerlendirildi