“Ukrayna’daki savaş Batı dünyasında ne gibi değişikliklere neden oldu?” soru önem kazanıyor. Bence bu soruya Putin adına verilecek en anlamlı cevaplardan biri “Artık enerjide, silahta, teknolojide ABD’ye daha bağımlı bir Avrupa var” olmalıdır.
Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş Avrupa Birliği’nde (AB) büyük değişikliklere neden oldu. Kuşkusuz bu değişimlerden en etkili olanı ekonomik alanda gerçekleşti. Kıtanın önde gelen enerji tedarikçisi Rusya gibi bir ülke ile ekonomik ilişkiler yaptırımlarla sınırlandırılmış ve Rus enerji kaynaklarına bağımlılık azalmıştır.
Daha da önemlisi, güvenlik ve savunma konuları, iklimin korunması ve diğer ekonomik beklentiler üzerindeki çalışmaların önüne geçti. Ayrıca şimdiye kadar Almanya ve Fransa’nın başını çektiği AB’de, Polonya’nın başını çektiği bir grup ülke Ukrayna’daki savaşla gündeme gelmeye başladı.
Savaş tüm hızıyla devam ediyor, ancak Putin Ukrayna’ya saldırı planlarken bazı yanlış hesaplamalar yapmış olabilir. Örneğin, Batı bloğu Ukrayna’ya bu kadar güçlü bir destek bekliyor muydu bilmiyorum. Belki Kırım’ın ilhakı gibi hafif yaptırımlarla atlatacağını düşündü ama meselenin bir de “Batılı” yönü var.
Bu noktada “Ukrayna’daki savaşın Batı dünyasında ne gibi değişimlere yol açtığı” sorusu önem kazanmaktadır. Bence Putin’in bu soruya verebileceği en keskin cevaplardan biri “artık enerji, silah ve teknoloji alanlarında ABD’ye daha bağımlı bir Avrupa var” olmalıdır. Başka bir deyişle, Putin bizzat Avrupa’yı ABD’nin kucağına itti.
Bu süreçte Putin’in devlet bankaları aracılığıyla büyük yardım sağladığı ülkedeki neo-Nazi/aşırı sağ örgütlerin Avrupa ile ABD arasındaki ortaklığın güçlenmesini engelleme şansı olmadığı görülüyor. . Aşağıda Putin’in/Avrupalı faşistlerin sorununu ayrıntılı olarak ele alacağım. Öte yandan, Ukrayna’da “ulus” duygusunun savaşla pekiştiğini de eklemek gerekir.
Bununla birlikte, Macaristan’a rağmen AB’de ortak eylem uygulamasının güçlendiği doğrudur, ancak Rusya’nın Hindistan ve Brezilya gibi büyük ekonomik büyüklüğe sahip ülkeler tarafından hala kesin olarak kınanmadığını hesaba katarsak, aslında , küresel güneydeki birçok ülke bilmiyor. Onun yalnızlığa çekildiğini söyleyebilirsin.
Bu, savaşa katılmayan ülkeler, Rusya ve Batı dünyası arasındaki bir savaştır: “Karışmamalıyız. Bu savaşı Avrupalı emperyalistlerin mücadelesi olarak değerlendirdikleri açıktır. Bu Batı için kötü. Bu nedenle Batı şimdiye kadar Ukrayna’ya verdiği desteği küresel ölçekte haklı gösteremedi. Aksine, küresel güneyin çoğu Rusya ve Çin ile ekonomik ve jeopolitik bağlar kurmaya devam ediyor ve Afrika’daki varlıklarını ve etkilerini güçlendiriyor.
Öte yandan sürecin bu şekilde gelişmesiyle birlikte Putin’in savaşa ilişkin açıklamaları çatışmaların beklenenin aksine devam edeceğini gösteriyor. Ne olursa olsun savaşın iki tarafı da geri çekilmek istemiyor. Bu bağlamda siyasi ve ekonomik olarak Moskova’nın yanında yer alan ve Devlet Başkanı Putin’i destekleyen Çin’in konumu belirleyici olacaktır.
Pekin, Rusya’ya askeri yardım göndermeye çalışırsa, durum sadece Ukrayna’da değil, tüm dünyada daha karmaşık hale gelebilir. İyi haber şu ki, Pekin şimdiye kadar Rusya’ya askeri yardım konusunda herhangi bir sinyal vermedi. Pek çok kişinin hoşlanmadığı barış planları üzerinde çalışmaya devam eden Çin’in bu yaklaşımı ve Rusya’nın nükleer silah kullanma tehditlerine tepkisi, uluslararası kamuoyunu bir ölçüde rahatlatıyor.
Avrupa’daki pek çok neo-Nazi/aşırı sağcı siyasi yapılanmayı himaye etmeyi kendine görev edinmiş olan Putin’in Ukrayna’da “Nazileri tasfiye ettiğini” iddia etmesi, en hafif deyimiyle “utanmazlıktır”.
Bu bağlamda savaşın Batı’nın veya Rusya’nın inisiyatifiyle bitmeyeceği açıktır. Peki ne olmalı? Siyaset bilimciler, Brezilya, Hindistan, Çin ve Meksika gibi önemli ekonomilerin savaşın sona erdirilmesinde başı çekmesi gerektiğini söylüyor. Bu yaklaşım tutarlı görünmektedir. Bu nedenle, ilgili ülkeler arasında üzerinde anlaşmaya varılan barış planı tartışmaya açık olmalıdır.
O zaman savaşan tarafların çıkardıkları katliamda yalnız olduklarını anlamaları ve uzlaşmaktan başka çarelerinin kalmadığını görmeleri uzun sürmeyecektir. Aksi takdirde bu savaşın devam etmesi dünyaya daha fazla kaos, daha fazla acı ve gözyaşından başka bir şey vaat etmez.
Öte yandan, söylemi savaşı sürdürmekte ısrar eden Putin’in galip geldiğini ve Ukrayna’nın Rusya’nın şartlarını kabul ederek teslim olduğunu varsayalım. Bu durumda Batı’nın tutumu nasıl şekillenecek? Elbette kaos büyüyecek ve her şey içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.
Bu durumda Batılı devletler derhal “uluslararası hukuka aykırı olarak silah zoruyla oluşturulan sınırları tanımadıklarını” ilan edeceklerdir. Böylece Rusya ile Ukrayna arasındaki sınırda bazı devletler tarafından tanınan bazı devletler tarafından tanınmayan bölgeler ortaya çıkacaktır.
Tıpkı Kıbrıs meselesinde olduğu gibi ama bu durumun yaratacağı jeopolitik tsunami, Kıbrıs meselesiyle kıyaslanamayacak kadar büyük ve yıkıcı olacaktır. Son olarak sınırları tartışmalı hale gelen Ukrayna, AB veya NATO gibi ittifaklara girmekte zorlanacaktır.
“NAZİZLERE KARŞI SAVAŞIYORUZ”
Bir sorun daha var. Putin’in Ukrayna’ya yönelik saldırıyı “Nazileri temizliyoruz” söylemine dayandırması gerçekten ilginç. Avrupa’daki pek çok neo-Nazi/aşırı sağcı siyasi yapılanmayı himaye etmeyi kendine görev edinmiş olan Putin’in Ukrayna’da “Nazileri tasfiye ettiğini” iddia etmesi, en hafif deyimiyle “utanmazlıktır”. Matteo Salvini, Silvio Berlusconi, Viktor Orban, Marine Le Pen gibi irili ufaklı birçok faşist liderin “dostu” olan Putin için bu beyhude bir çabadır. “anti-faşizm” kisvesi altında emperyalist emelleri. “. Elbette Ukrayna’da güçlü bir neo-Nazi-faşist çizgi var, ancak anti-faşist cephe, onu ortadan kaldırmak için AB’deki faşistlerin hamisi Putin’e güvenmeyecek. Putin, bu kirli propaganda çalışması olarak sunduğu “suçlu arama” eylemiyle Kremlin’in yıkıcı eylemlerinin sorumluluğundan kendini aklamaya çalışıyor.
Sonuç olarak, tüm bunların etrafında yeni bir AB kuruluyor. Yeni AB’nin kötü yanı, insani ve çevre politikalarının yerini hızla güvenlik politikaları ve militarizm alıyor. Bu, kimsenin kâr edemeyeceği bir süreçtir. Kendi sınırları içindeki ülkelerde yavaş da olsa demokrasinin varlığını sürdürdüğü düşünülürse asıl amaç AB’yi kendi şartlarında tutmaya çalışmak olmalıdır.
Aksi takdirde küresel bazda “demokratik hükümetler” çemberinin küçülmeye devam ettiğini, Orban, Erdoğan, Trump, Kaczynski gibi popülist otokratların ve Georgia Meloni, Marine Le Pen gibi neo-Nazilerin sayısının hızla arttığını göreceğiz. Böyle bir gelişmenin nelere yol açacağını öngörmek için peygamber olmaya gerek yok. Başınızı biraz geriye çevirip örneğin İkinci Dünya Savaşı öncesine bakmanız yeterli olacaktır.
İlginizi Çekebilir
- Cumhurbaşkanlığı adayı Kılıçdaroğlu: HDP’yi tabii ki ziyaret edeceğim
- Rusya’da daha zor olacak! | Haber sitesi PolitikYol
- BALKAN | La Liga’yı Barcelona kazandı
- Serbest piyasa ekonomisinin çöküşüne tanık oluyoruz.
- BM, Rusya’yı “Ukrayna topraklarından derhal çekilmeye” çağırdı
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Osmaniyeli Vatandaşlara Seslendi: Lütfen Bize Yeni Fiyatlar Ödetmeyin
- BALKAN | Halkbank, Sırp teknik direktör Slobodan Kovac ile sözleşme imzaladı
- BALKAN | DSÖ ve Çinli yetkililer mevcut Covid-19 durumunu tartışıyor
- BALKAN | KBMTO’dan Türk Ticaret Bakanı Bolat’a tebrikler
- Her çağın düşmanı olun | Haber sitesi PolitikYol