Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yıl dönümü kutlamalarında çok önemli bir aşamadadır. 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yeni bir sayfa açacak ve Türkiye’nin ufkunu değiştirecek. Demokratik, özgürlükçü ve bütünleşik bir Türkiye’ye talip olanlar, bu tarihi dönüm noktasında umutlarını sandığa taşıyacaklarından emin oldukları seçimleri yapacak ve daha büyük bir sorumluluğu paylaşacaktır. Bu ortak sorumluluk, oy kullanma ve sandık merkezlerini ziyaret etme yoluyla kabul edilecek ve kabul edilmelidir.
Ne değişecek?
Bu sorumlulukla hareket eden Milletler İttifakı, güçlendirilmiş parlamenter sisteme ilişkin anlaşma metnini, ortak politikaya ilişkin Mutabakat Zaptı’nı ve parlamenter sisteme geçiş yol haritasını kamuoyu ile paylaşmıştır. Ayrıca cumhurbaşkanlığı seçimi için adayını açıkladığı anda zaten cumhurbaşkanı yardımcısı adaylarının isimlerini belirlemiş ve kamuoyunu bilgilendirmiştir.
Her alanda olduğu gibi dış politikada da izlenmesi gereken çizgi belirlendi. Merak edilen tüm soruların cevapları bu belgelerdedir. Yine de iktidar çevrelerinin karışık siyasetini savunanların ısrarla üzerinde durdukları soru şu veya bu partinin hangi dış politika adımını atacağıdır. Benzer sorular Milletler İttifakı başkan adayına dış politika yolu hakkında defalarca soruluyor.
Gözden kaçan önemli bir nokta var. Hemen hemen tüm bu konuların arka planında “tek adam” yaklaşımının etkisi hissedilmektedir. ancak bu soruları cevaplarken, temel değişimin tam da bu yaklaşımda olacağını unutuyorlar; yani emir komuta birliği rejimi değişecektir.
Uluslar ittifakı tek kişinin ittifakı değildir ve olmayacaktır. Bunun yerine, Türkiye’nin çeşitli ve renkli sosyo-ekonomik ve politik yapısını yansıtan bir takım yaklaşımı olacaktır. Bu nedenle herhangi bir partinin dış politika anlayışından ziyade genel mutabakat metninde oybirliğiyle üzerinde anlaşmaya varılan ilke, yol gösterici ilke ve değerleri uygulamaya devam edecektir.
Dış Politika Sorunları
Elbette önümüzdeki dönemde Türkiye’nin öncelik vermesi gereken birçok dış politika konusu var. Hiçbiri diğerinden daha önemli değil. Bununla birlikte Batı, AB, NATO ve ABD ile ilişkiler kaçınılmaz olarak Türkiye’nin dış politika yolunu tıkayan unsurlar arasında öne çıkıyor. Unutulmamalıdır ki, bu alanlarda atılacak adımlar ve ödenecek politikalar, Türkiye’nin dünya ile bütünleşmesini temelden değiştirecektir.
Bugün (9 Mart) Brüksel’de İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği sorunu üzerine yapılan üçlü toplantı önemli bir kilometre taşıdır. AKP hükümetinin bu iki ülkenin NATO üyeliğine ilişkin tutumu, esasen Türkiye’nin terörle mücadeledeki önceliklerini savunmaktadır. Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında Madrid’de imzalanan Üçlü Mutabakat Zaptı, Türkiye’nin hassasiyetine iki ülkeyi daha duyarlı hale getirdi. Finlandiya ve İsveç’in Türkiye’nin beklentilerine yanıt olarak aldığı tedbir ve adımlar da olumlu gelişmelere katkıda bulundu. Ancak bazı müttefikler, hükümetin tutumunu, bir savunma örgütünün en temel özelliği olan “güvenliğin bölünmezliği” ilkesini ve NATO’yu güçlendirmeye yönelik kolektif arzuyu göz ardı etmek olarak yorumladılar.
İkili ve çok taraflı diplomasi
Türkiye, terörle mücadelede bu iki ülke ile dayanışma ve anlayış eksikliğini gidermek için ikili ilişkilerin diplomatik boyutunu dikkate alan bir yöntem kullanabilir. Bunun yerine, hükümet sorunları çok taraflı foruma taşımaya karar verdi. Çok taraflı ve ikili diplomasi arasındaki bu karışıklık, Türkiye’nin NATO faaliyetlerini engellemesiyle sonuçlanmıştır. 70 yılı aşkın bir süredir NATO’ya önemli ve değerli katkılarda bulunan Türkiye gibi bir ülke hakkında böyle bir görüşe sahip olmak haksızlıktır. Bu algının engellenememesi önemli bir dezavantajdır.
Bugün Brüksel’de yapılacak toplantı, Türkiye’nin Batı ile gelecekteki ilişkilerine ilişkin önemli içgörüler sağlayabilir. Pek çok gözlemci, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın almasının F-35 projesinden çıkarılmasına yol açtığını söylüyor. Aynı gözlemciler, ABD Kongresi’nin Türkiye’nin ABD’den almak istediği F-16’lar konusunda ilerleme kaydetmemesini, Türkiye’nin İsveç’i veto etmesini ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine bağlıyor.
Sonuç olarak, Türkiye’nin davranışı, güvenliğini güçlendirmek istediği alanlarda olumsuz bir etkiye sahiptir. Bu, yeni bir dış politika yaklaşımının, perakende hesaplamalardan ziyade bütüncül yaklaşımları ve kapsamlı değerlendirmeleri vurgulaması gerektiği anlamına gelir. Böyle bir değişim ancak dış politikanın iç politika lehine kullanılmasından vazgeçilmesiyle sağlanabilir.
İlginizi Çekebilir
- Castillo, Meksika’ya sığındı
- İYİ Parti Sözcüsü Zorlu: Akşener, Milletler İttifakı toplantısına katılacak
- CHP Lideri Kılıçdaroğlu: Bu saatten sonra korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bu felaketler karşısında fırsatlar yetmez
- Erdoğan’dan asgari ücret açıklaması | Haber sitesi PolitikYol
- Artvin’de sporculara çığ düştü: 2 kişi öldü
- Elli hatta kırk yaşını geçenler neden oy kullanmasın?
- İBB Başkanı İmamoğlu: Üniversiteler acilen açılmalı, yüz yüze öğretime geçilmeli
- Türk Hava Yolları İsrail uçuşlarını iptal etti
- CANLI: Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin grup toplantısında konuşuyor