Erdoğan’ın yapması gereken tek şey, telefonu açıp komutanlarına NATO’nun en büyük ikinci ordusunu depremin olduğu şehirlere konuşlandırmalarını, acil ihtiyaçlar için bürokrasiyi bir an önce harekete geçirmelerini ve acil müdahale ekiplerinin konuşlandırılmasını sağlamalarını söylemekti. alan.
Koronavirüs pandemisi sırasında, tek adam hükümetlerinde sosyal ve ekonomik hayatın işleyişinin gürültülü demokratik hükümetlerden çok daha verimli ve etkili olduğuna dair ölmekte olan bir inanç yeniden canlandı. Pek çok Batılı yorumcuya göre demokrasiler ne yapacaklarını düşünme telaşı içindeyken, otokrasiler hızlı hareket ederek tüm kaynaklarını seferber ettiler. Bazen bu tanım doğru olabilir – elbette öyledir. doğru eğer bu bir otokrasi biçimiyse. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tek hükümdardır. doğru Son olayda, otokratik hükümetler sınıfına ait olmadığı ortaya çıktı.
Ne yazık ki Erdoğan’ın 6 Şubat’ta ülkesini yerle bir eden depreme tepkisi son derece yavaş ve koordineli olmaktan uzaktı. Ancak tüm gücü ellerinde toplayacak olan hükümetlerin hızlı ve düzenli hareket etmesi bekleniyor. Erdoğan’ın yapması gereken tek şey, telefonu açıp komutanlarına NATO’nun en büyük ikinci ordusunu depremin olduğu şehirlere konuşlandırmalarını, acil ihtiyaçlar için bürokrasiyi bir an önce harekete geçirmelerini ve acil müdahale ekiplerinin konuşlandırılmasını sağlamalarını söylemekti. alan. Ama bunların hiçbirini yapmadı. Asker, Türkiye’nin 10 ilini vuran 7.8 büyüklüğündeki depremden sadece birkaç dakika sonra askerlerin sahaya çıkarak arama kurtarma operasyonlarına katılmasını bekliyordu. Ancak belirleyici olan ilk saatlerde yukarıdan beklenen talimat gelmedi. Ayrıca Türkiye Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) da depremzedelerin yardımına koşmadı. Peki neden?
Mükemmel kitabında Timothy Fry, güçlü liderlerin düşündüğümüz kadar güçlü olmadığını açıklıyor. Otokratik liderler hayatta kalabilmek için bazı tavizler vermek zorundadır. Bir şeyleri düzelteceklerine söz vererek insanların desteğini alıyorlar, ancak tek adam kuralını oluşturmak için yapmaları gereken şey, onları bu sözleri tutamaz hale getiriyor ve tutamaz hale getiriyor. Güçlü liderlerin tüm gücü kendi ellerinde topladıklarında yaptıkları ilk şey kurumları zayıflatmaktır. Ama unuttukları şey şu: zayıf kurumları yönetmek zordur ve gücünüzü baltalar.
20 yıldır iktidarda olan Erdoğan, ülkenin kurumlarını yerle bir etti ve tüm gücü elinde toplamak için kilit konumları beceriksiz, vasıfsız ama sadık isimlerle doldurdu. Bu sayede Erdoğan ülkenin en güçlü adamı oldu ama devlet mekanizması aciz hale geldi. Kurumsal erozyonun en açık örneklerinden biri Erdoğan’ın Türk ordusu üzerindeki baskı ve hakimiyetidir ki bu meşru amacın çok ötesine geçerek generalleri siyasi arenanın dışında tutmasıdır.
Afet yardımı ve yönetimi, modern orduların en önemli görevlerinden biridir. Bu ordular, doğal afetlerde hızlı hareket ederek tıbbi ve lojistik destek sağlayabiliyor. Generallerin gücünü azaltmak isteyen Erdoğan, orduyu deprem gibi afetlerde emir ve talimat beklemeden hareket etme hakkından mahrum ederek bu rolü AFAD’a vermeyi seçti.
AFAD, Türkiye’deki diğer tüm devlet kurumları gibi Erdoğan’a hem kendi halkından hem de dış dünyadan desteği artırmanın bir aracı haline geldi. AFAD’ı kendisine bağlı vasıfsız insanlarla doldurmuş ve Erdoğan’ın “Müslümanların koruyucusu” olduğu dedikodusunu tüm dünyaya yayan bir dini hayır kurumları ağına dönüştürmüştür. İktidara yakın tüm TV kanallarında ve gazetelerde, hatta Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ev sahipliği yaptığı belediye etkinliklerinde dev ekranlarda AFAD’ın ihtiyaç sahibi Müslümanlara yaptığı yardımın reklamları görülebiliyor.
Aslında durum hiç de öyle değil: AFAD, kuruluş amacında belirtilen görevleri yerine getirecek kaynak, deneyim ve insan gücüne sahip değil. Kurumun afet müdahale birimi, daha önce Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı organında görev yapmış, afet müdahale ve yönetimi tecrübesi olmayan bir ilahiyat mezunu tarafından yönetilmektedir. Kısıtlı bir bütçeyle faaliyet gösteren ve 7 binin biraz üzerinde kişiye istihdam sağlayan AFAD, tüm bu eksikliklere rağmen deprem sonrası sahada belirlenen kurum haline geldi. Tüm kurtarma çalışmaları ve insani yardım AFAD aracılığıyla gerçekleştirildi; ayrıca hiçbir devlet kurumu, uluslararası yardım grubu veya sivil toplum kuruluşunun AFAD’dan izin almadan parmağını kıpırdatmasına izin verilmedi. Deprem bölgelerine hızlı bir şekilde asker sevk edilmediği için eleştirilen Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar bile askerlerinin aslında beklemede olduğunu ancak emir verilmediği için harekete geçemediğini açıkça ortaya koydu. Kısacası onbinlerce insan, Erdoğan ve yakın çevresi başta ordu olmak üzere hiçbir kurum ve kişinin yarattıkları AFAD’ın önüne geçmesini istemedikleri için can verdi.
Ülkede düzeni yeniden sağlama vaadiyle iktidara gelen Erdoğan, tek adam yönetiminin devletin kurumlarını baltalaması nedeniyle ülkesinin en karanlık anında bu sözünü yerine getiremedi.
Bu deprem, Erdoğan’ın yirmi yıllık görev süresi boyunca devlet aygıtına verdiği zararın gerçekliğini gözler önüne sermekle kalmadı, aynı zamanda Erdoğan’ın gerçek önceliklerinin ne olduğunu da herkese gösterdi. Tüm otokratlar gibi Erdoğan da ailesini ve yakın çevresini zenginleştirerek halka hizmet etme ikilemiyle karşı karşıya kaldı. Bu dengeyi tutturmak gerçekten çok zor. Bir otokrat halkını kendinden uzaklaştırmaya ve takipçilerini memnun etmeye karar verirse, halkın tepkisiyle karşılaşacaktır. Yandaşlarını umursamadan halkın yararına kamu harcamaları yapmayı seçerse, bu kez çevresindeki küçük bir grubun tepkisini alacaktır.
Son on yılda Erdoğan’ın sürekli olarak yandaşlarını halkına tercih ettiğini gördük. Yükselen enflasyona rağmen, faiz oranını düşürmeye yönelik tartışmalı ve olağanüstü para politikası sayesinde, zengin destekçileri servetlerini artırırken, yükselen gıda fiyatları ve hızla yükselen kiralar, insanları daha da fakir ve nefessiz bırakıyor. Ülkede yoksulluk öyle bir boyuta ulaştı ki, milyonlarca Türk vatandaşı en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale geldi. Erdoğan’ın çevresindeki müteahhitler aldıkları altyapı ve inşaat ihalelerinden milyarlar kazanırken, bu kişilerin yaptığı kalitesiz evler onbinlerce insanın mezarı oldu.
Belki de Erdoğan bir gün tüm bunların siyasi bir bedelini ödeyecek. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin Haziran ayında yapılması muhtemeldir. Erdoğan kontrolündeki medya olayları çarpıtmaya çalışsa da, facianın boyutu Erdoğan hükümetinin müdahale edemediğini ortaya çıkardı. Bu da Erdoğan’ın kazanma şansını azaltıyor. Seçimlerin ileri bir tarihe ertelenmesi de sorunu çözmeyecektir. Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlarla mücadele ettiği bir dönemde meydana gelen deprem, ülkeyi ve Erdoğan’ın siyasi geleceğini çok daha kötü bir konuma getirdi.
Bunun güçlü adamların ülkelerine istikrarı getirecek ve her şeyi yoluna koyacakları bir peri masalı olduğunun en önemli kanıtlarından biri de Erdoğan’dır. Ülkelerinin onlara en çok ihtiyacı olduğunda oynamazlar. Üç hafta önce yaşanan trajedi, Türkiye’nin güçlü bir lidere değil, güçlü ve yetkin kurumlara ihtiyacı olduğunu bir kez daha hatırlattı.
(Bu Gönül Tol yazısı alınıp tercüme edilmiştir)
İlginizi Çekebilir
- BALKAN | Çember hazırlık maçında Türkiye Yunanistan’ı farklı şekillerde yendi
- Kamu bankalarının emekli yöneticileri göstergeye 3 bin 600 ek hak talep ediyor
- PKP üyeleri de dahil edilmelidir.
- Beşiktaş Belediyesi Yılın Avrupa İş Ortağı seçildi
- KKM: Koruma sağlamayan para yatırma!
- BALKAN | Yunan Basketbol Ligi’nin her baskısı depremzedelere yardım edecek
- Erdoğan’ın adaylığı nedeniyle YSK’ya ceza davası
- BALKAN | Avustralya Açık’ta Yunan raket Stefanos Tsitsipas yarı finale yükseldi.
- Cumhurbaşkanlığı Adayı Olarak Kılıçdaroğlu’nun Kısa Siyasi Anatomisi
- BALKAN | Olympiacos, Konyaspor’un Kosovalı futbolcusu Bityki’yi kadrosuna kattı.